En büyük dezavantajı 7'den 77'ye, eğitimi, bilgi birikimi ve mesleği ne olursa olsun herkesin futboldan anlıyor olduğunu düşünmesi ve maddi ya da siyasi güç elde ettiği anda bir şekilde müdahil olma isteğidir.

Ülkede futbolun yönetiminde söz sahibi olan hiç kimsenin futbol geçmişi ve gerçek anlamda bilgi birikimi olmadığı yerde Aziz Yıldırım'ın ünlü çıkışı olan tesadüfi başarılar dışında kalıcı bir sonuç elde edememek gayet doğal oluyor.

Üretim planı olmadan tamamen hazıra konup kısa vadede başarı kovalayıp devamlı başarısız olmaktan ne zaman vazgeçersek ülke futbolu olarak işte o zaman ivme kazanabiliriz.

Fenerbahçe özelinde bakarsak geçen hafta başakşehir karşısında oynadığımız futbolu ya da sezonun ilk devresinde Beşiktaş karşısında oynadığımız futbolu hedef alıp, başarıya aç, yaş ortalaması 25-26 olan dinamik ve potansiyelli bir takım hedefi ile yola çıkmak bizim kurtuluş reçetemiz olacaktır.

Elif gibi ferdi gibi her yıl 1 tane genç potansiyelde ısrar edip yıldız adaylarını dünya futboluna pazarlayan bir kulüp olmadan maddi olarak düze çıkma şansımız yok, bunu kabul etmek gerekiyor.
İleriye gidemeyişinin temelinde pek çok komplike sebep yer almasına rağmen en büyük olarak baskı altına alınan yetenek olarak kısıtlı, futboldan çok fazla anlamayan ve tamemen kararlarında bağımsız olamayan Türk hakemleridir.

Var sistemi ile belki bir noktaya kadar hataları en aza indirme şansları olmasına rağmen teknolojiyi bile maçın kaderini istedikleri yere çekmek için kullanmaya başladılar. Var hakemlerindeki tutarsızlık tüm ligin kaderini değiştiriyor ve insanların hayata geçirilen tiyatroya saygı duyması bekleniyor.

Sezonun başından beri bize verilmeyen penaltılar için binbir tane bahane sunup haklı çıkarılmaya çalışırlırken, bir kaç hafta sonra ve hatta ileriye giderek aynı hafta başka bir maçta aynı pozisyonların penaltı olarak değerlendirilmesi işin tadını iyice kaçırdı. Aleyhimize verilen penaltı kararları var aracılığı ile en ince ayrıntısına kadar dakikalarca incelenip deyim yerindeyse sineğin yağı çıkarılırken Trabzonspor ve Galatasaray karşısında rakiplerin penaltıları var'a bile gitmeden sümen altı ediliyor.

Ülkede sahada hak edenin kazanacağı bir düzen kurulmak isteniyorsa var hakemleri mutlaka yakın geçmişte şampiyonlar liginde görev almış yabancı, emekli 5 hakemden oluşmalı ve kararlarda bir standart yakalanmalı. Aksi halde her yıl başka bir tiyatro izlemeye devam ederiz.
berbat bir atmosfere sahiptir.

yöneticisi, topçusu, hocası, yayıncı kuruluşu, hakemi ayrı ayrı rezalettir.

ama bu rezalet tablonun en üstünde taraftar vardır. ben bu kadar ağlak bir topluluk görmedim. FB, gs, bjk, Ts farketmez. hepsinde bir mağdur edebiyatı, herkes bizi s*kmek istiyor tavırları..

kimse adalet istemiyor bu ülkede, herkes kayırılmak istiyor.
En büyük sıkıntsı ülkemizde herseyde olduğu gibi yine ezberci zihniyettir. Asla evrilmeye, adaptasyona açık değiliz.

Bu meselenin kökeni islam medeniyetinden kaynaklıdır. şöyle ki dersin bile arapça manası öğrenene kadar tekrar etmek, medrese ise ezberleme yapılan yer gibi bir manaya geliyor. 1000 yıldır bu zihniyet ile ukalaca aydın, yönetici yetiştirmeye çalıştığında her alanda en fazla bir yere kadar başarılı olabiliyorsunuz. Bugün bile üniversitelerimizde dersler seminer değil de konferans şeklinde veriliyor. Yani en az bir 20-30 sene daha ülkeden fazla birşey beklemeyin. Bu zihniyet ile adil ve liyakata yönelik bir sistem kurabilirsek bile en fazla yine 10 sene evvelki halimize 20 sene sonra döneriz.
Milenyum çağına girildikten sonra dünyada müthiş bir para bolluğu ortaya çıktı, SSCB'nin dağılmasından sonra ABD'nin kapitalist düzeni birçok ülkeye geçici de olsa refah ve para yüzü göstermiş, aynı zamanda kısa süreli bir modernizm ve hümanizm dalgası 3. Dünya ülkelerinde bile esmiştir.Aynı tarihlerde malum parti iktidara gelmiş ve ABD ile AB'ye karşı kurduğu sıcak ilişkilerin de etkisiyle Türkiye bir yatırım cennetine dönüşmüştü.Hiç şüphesiz Türk futbolu da içinde bulunduğu dönemin şartlarından bağımsız düşünülemez.Dövizin düşük olması, Yabancı yatırımcıların ilgisi gibi etkenlerle Türk spor kulüpleri de palazlanmış ve kaliteli kadrolar kurmuştur.2000-2008 arasındaki yıllarda Türk milli takımı en büyük başarılarını yaşadı, Fenerbahçe ve Galatasaray Avrupa'daki en büyük başarılarını kazandı, 3 büyükler yıldızlarla dolu olan muhteşem kadrolar kurdular.Ancak dediğim gibi kapitalist düzenin bu tatlı havası geçiciydi ve 2008 ekonomik krizinde balon patladı.kulüplerimiz ise buna hazırlıksız yakalandılar, artık bolluk zamanında olmadığımızı da idrak etmeyerek yıldız transferlerin devam ettiler.bunların çoğu balon çıktı, Avrupa'da başarı gelmedikçe borçlar katlandıkça katlandı, hazıra konmaya alışan kulüplerimiz altyapıya hiçbir zaman önemli vermedikleri için de alttan genç oyuncu da kazanamadılar.sonraki süreçte de işler iyice sarpa sardı ve bizi mevcut şartlara getirdi.
Türkiye'de, İttihat ve Terakki döneminden beri siyaset ile futbol hiç bu kadar iç içe geçmemişti.Hemen her devlet kurumu siyasallaştı ve haksız atamalarla içi boşaltıldı.Bunun yanı sıra TFF de artık malum partinin spordaki karşılığı olmuş durumda.Malum partinin tüm genetik kodları artık Türk futboluna da geçmiş bulunuyor; adam kayırma, yüksek maaşlar, sorumluluk kabul etmeme, istifa kültürünün yok edilmesi, pişkinlik, yapmacık milliyetçi söylemler (bkz: bizim çocuklar), başarıda kendini ön plana getirirken başarısızlıkta algıyı başka tarafa çekerek (bkz: şeytani düzen) kendini soyutlaştırma...
Bu ortamda çöküşe geçmemiz zaten kaçınılmazdı.Öte yandan voleybol ve basketbol ise küçük popülarite ve para pastasına sahip olduğu için gözlerden ırak kaldı ve bu çürümeden nasibini almadı.Bu yüzden artık çoğu kişi futbol takımından ziyade bu tür branşları benimsiyor, maçlarını seyrederken milli duyguları kabarıyor.
(bkz: #85090)
Portekiz liginde 6 aydır maça çıkmayan gedson fernandes’in ayağının tozuyla çıktığı maçta 20 ikili mücadele kazanabildiği lig.

Oyuncunun durumu da illa etkilidir ama avupa’da 6 ay antreman yapmak , türkiye’de 30 küsür maça çıkmaktan daha üst düzey maç temposu kazandırıyor.