yıldızları süpürürsün, farkında olmadan,
güneş kucağındadır, bilemezsin.
bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür,
ciğerinde kuruludur orkestra, duyamazsın.
koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın.
uçar gider, koşsan da tutamazsın...

vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
o kız oğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,
ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
değil mi ki kötüler kadı olmuş yemen’ e,
vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
seni yalnız komak var, o koyuyor adama.

gezinen bir gölgedir hayat, gariban bir aktör
sahnede bir ileri bir geri saatini doldurur
ve sonra duyulmaz olur sesi, bir masaldır
gürültücü bir salağın anlattığı, ki yoktur hiçbir anlamı.

insanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.
unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermedigi için.
ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.

yas mas tutma sevgilim, öldüğüm zaman.
toprakta böceklere güldüğüm zaman
duyurunca, paslı sesiyle, ölüp gittiğimi, bir çan...
yas mas tutma sevgilim, öldüğüm zaman
çürüyen gövdem gibi, yitip gitsim aşkım da...
ne bir mektup kalsın bizden, ne bir söz, ne bir eşya...
unut gitsin adımı, arkamdan da ağlama
gözyaşınla da eğlenir, onu da alıp satar bu dünya...

benzetebilir miyim bir yaz gününe seni?
sen daha sevimlisin, daha sakinsin ondan.
sert rüzgarlar mayısın narin çiçeklerini.
hırpalar; yaz ise pek çabuk geçer...durmadan!
fakat senin ebedi yazın hiç sönmeyecek,
dönmeyecek sendeki güzellik bir yalana.
ölüm sana yaklaştı diye, öğünmeyecek: sen eşitken ebedi mısralarla zamana
yaşadıkça insanlar, görebildikçe gözler,
seni yaşatmak için yaşayacak bu sözler

olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!
düşüncemizin katlanması mı güzel,
zalim kaderin yumruklarına, oklarına
yoksa diretip bela denizlerine karşı
dur, yeter! demesi mi?
ölmek, uyumak sadece! düşünün ki uyumakla yalnız
bitebilir bütün acıları yüreğin,
çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.
uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü!
çünkü ölüm uykularında,
sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından,
ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.
bu düşüncedir uzun yaşamayı cehennem eden.
kim dayanabilir zamanın kırbacına?
zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine,
sevgisinin kepaze edilmesine
kanunların bu kadar yavaş
yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine
kötülere kul olmasına
bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken,
kim ister bütün bunlara katlanmak?
ağır bir hayatın altında inleyip terlemek
ölümden sonraki bir şeyden korkmasa,
o kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya
ürkütmese yüreğini?
bilmediğimiz belalara atılmaktansa
çektiklerine razı etmese insanı?
bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:
düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor
yürekten gelenin doğal rengini.
ve nice büyük, yiğitçe atılışlar
yollarını değiştirip bu yüzden.
bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.

bütün dünya bir sahnedir...
ve bütün erkekler ve kadınlar
sadece birer oyuncu...
girerler ve çıkarlar.
bir kişi bir çok rolü birden oynar,
bu oyun insanın yedi çağıdır...
ilk rol bebeklik çağıdır,
dadısının kollarında agucuk yaparken...
sonra mızıkçı bir okul çocuğu...
çantası elinde, yüzünde sabahın parlaklığı
ayağını sürerek okula gider...
daha sonra aşık delikanlı gelir,
iç çekişleri ve sevgilinin kaşlarına yazılmış şirleriyle...
sonra asker olur, garip yeminler eder.
leopara benzeyen sakalıyla onurlu ve kıskanç,
savaşta atak ve korkusuz,
topun ağzında bile şöhretin hayallerini kurar...
sonra hakimliğe başlar,
şişman göbeği lezzetli etlerle dolu,
gözleri ciddi, sakalı ciddi kesimli...
bilge atasözleri ve modern örneklerle konuşur
ve böylece rolünü oynar...
altıncı çağında ise palyaço giysileriyle,
gözünde gözlüğü, yanında çantası,
gençliğinden kalma pantalonu zayıflamış vücuduna bol gelir.
ve kalın erkek sesi, çocukluğundaki gibi incelir.
son çağda bu olaylı tarih sona erer.
ikinci çocukla her şey biter.
dişsiz, gözsüz, tatsız, hiç bir şeysiz..

ey sevgilim, nerelerde dolaşıyorsun böyle?
geliyor seni candan seven aşığın dur onu dinle.
elemi de, neşeyi de beste yapmış diline.
uzaklaşma şirin yarim.
yolculuklar, aşıkların buluşmasıyla nihayetlenir.
her tanrı kulu bunu bilir.
aşk nedir? ahiret demek değildir herhalde
çınlamalıdır neşesi bu anın gene bu anın kahkahalarıyla
çünkü ne olacağı yarının meçhulümüzdür hala,
boş yere vakit geçirmekten artık yoktur bir salah:
öyle ise gel öp beni, genç ve tatlı sevgilim,
ömrü pek azdır gençliğin

william shakespeare