Bizlere sarı lacivert sevdasını aşılayan büyüklerimizin, çevremizdekilerin anlattıkları hikayelerdi. Lefter’in rakip oyuncuyu çalımlayıp pazara göndermesi, can bartu’nun estetik futbolu, basri’nin kafası yarıkken gol atması, Cemil’in gol krallıkları, Efsane teknik director Didi’nin fenerbahçe’ye brezilya stili futbolu getirmesi. Biz bunları görmedik, yaşamadık. Yaşı belli fenerbahçeli abilerimiz anlattı. Küçükken bizim gözümüzde onlar iyilik timsali super kahramanlardı. Üç kuruş paraya oynarlardı. Aslolan forma sevgisi fenerbahçe aşkıydı.

Bizlerse arsalarda mahalle maçları yapar birbirimizi kızdırırdık. O zamanlardaki kahramalarımız rıdvan, aykut, oğuz’du. Yaşadığımız ise Galatasaray’a karşı ilk yarısında 3-0 geride kapatıp ikinci yarıda attığımız birbirinden güzel 4 golün hikayesiydi.
.
Büyüdükçe hayat zorlaşmaya başlıyor biz de daha sert görünmeye çalışıyorduk. Zamanla futbol oynadığımız o engebeli arsalar beton bloklarla doldu buna karşılık futbola olan ilgi ve bilgi daha da artıyordu. Arada futbol filozofları ile sohbet eder futbolun sadece futbol olmadığını öğrenirdik. Sermayenin ve politikanın futbolu nasıl ele geçirdiğini fark ederken muhabir abilerimizden de kulübün iç yapısıyla ilgili bilgiler almaya başladık. kulübümüzün içindeki gruplaşmaları, keyfi yönetimleri öğrendik.

Sonra Oğuz, aykut, turan sofuoğlu’nun başını çektiği grubun takımda alınan kararlara müdahale ettikleri yazılıp çizilmeye başladı. Yöneticilerimizin efsanelerimizi takımdan göndermesi gibi alışık olmadığımız uygulamalarla karşılaştık. efsanelerimizde kırılmalar başlıyor şımarık bir futbol iklimimiz oluşuyordu. Futbola büyük paralar ayrılıyor, yönetici, menejer, gazeteci üçgeni bizi içine hapsediyordu. Derken didi gibi yine brezilya’dan gelen sol ayaklı bir futbol virtüözü bize tekrar o eski efsanelerin yaşattığı duyguları canlandırdı.

Onu izlemek büyük bir keyifti. attığı birbirinden güzel goller, yaptığı zarif hareketler bizi mest ederdi. Heykelini dikdik ancak garip bir şekilde onu da gönderdik.

şimdi ise futbolda sosyal medya ve bahis var ve biz kendi kendimizi yiyoruz.

Bu yazıyı tuzla’nın galatasaray’I 2-0 yenmesinin ardından tuzla teknik direktörü gürses kılıç’ın ve gol atan sadık baş’ın mutluluklarını televizyondan izlerken yazmaya karar verdim. Geçen yıl benzer hikayeyi bize karşı ümraniyespor yazmıştı. Çocuklarına, futbolu seven insanlara anlatacakları hikayeleri olmuştu.

Oysa bende garip bir burukluk bir hüzün oluştu. Son göztepe maçında saha içinde henüz 5 aydır bizimle beraber olan vedat dışında sahiplenebileceğim oyuncu yoktu. sanki efsanelerimiz ve hikayelerimiz bir daha geri gelemeyecekmiş gibi görünmez bir el tarafından hapsediliyordu..

Sanırım şu an için sığındığım tek söz futbol emekçisi metin kurt’un ‘Futbol Borsada Değil, Arsada Güzel’ lafı.