Andorra maçı öncesi basın toplantısında konuşan hoca.

*****

"İzlanda maçı bitti artık. Son maçımızı da kazanmak istiyoruz. Çok da önemli değil lider olmak, Fransa'ya bağlı durum. Dünyanın sonu değil. Andorra küçük bir ülke ama futbol tutkusu olduğu için iyi bir takım çıkardılar. Gol atma konusunda sıkıntıları var. Savunmayı iyi şekilde yapan bir takım. Kendi sahamızda ilk maçı zor kazandık. Yine aynı maçı yaşayacağımızı düşünüyorum."

"18 yıl sonra bir jenerasyon gelecekse 18 yıl daha bekleyebiliriz demek ki! İşler iyi gidince bu nesil iyi; ama kötü gidince bu nesil kötü demeyi doğru bulmuyorum. Biz şu an bunun meyvesini aldık."

"Favori gösterildiğimize göre kazanmamız gereken bir maç. En iyi 11'imizle sahaya çıkıp sonucu almamız gerekiyor."

"Beşiktaş'tayken ajan gibi bizi takip eden arkadaşlar vardı. Sanki gizli iş yapıyorum; ülke için çalışıyorum. Bu konulara sonra gireriz. Bütün katmanların katıldığı bir beyin fırtınası geliştirdik ama daha da üstüne koymalıyız. Daha fazla futbol konuşmalıyız."

"Burak Yılmaz belki gol atmadı ama fizik gücü yüksek İzlanda karşısında en iyi maçlarından birini oynadı. Takım olarak savunma, takım olarak hücum yapıyoruz."

"İzlanda maçında çekiniyordum, korkuyordum! Ben korkağın tekiyim zaten! Korkarak buraya geldim! Korkmayarak gidenleri görüyoruz. Bakın! Ben çocukluğumdan bugüne kadar hiçbir şeyden korkmadım. Hayatta en büyük eserlerimden biri cesaretim."
basın toplantısı düzenlemiş teknik adam.

*****

Sevgili Türk basın emekçileri, EURO 2020'ye katılmayı başaran A Milli Takımı'nın teknik direktörü olarak karşınızdayım. Mutluyum, gururluyum. Birlikte hayal ettik, çalıştık ve başardık. Emeği geçen herkese teşekkürler.

Nereden geldiğimizi nereye gittiğimizi biliyoruz. Önümüzde iyi bir oyuncu grubu var. Bunlar başarıyı da gördüler. Belki de başarısızlığı da görecekler. Hepimiz onlara yardımcı olmalıyız.

Milli takımın artık kiminle maçının olduğunu merak etmez hale geldik. Artık bunları aştığımızı düşünüyorum. 'Ben' demedik, 'biz' dedik. Bunda haberi yapan gazetecinin de yemeği yapan aşçının da sponsorun da katkısının olduğunu düşünüyorum.

Olağanüstü çalıştık, analizler yaptık, tartıştık. Bazen uykusuz kaldık. Sizlerin huzurunda onlara teşekkür ediyorum. Asıl teşekkürü bizimle aynı duyguyu paylaşan sayın Cumhurbaşkanımıza gönderiyorum.

Eski, yeni oyuncuları kaynaştırdık. Emre ve Burak, kaptan olarak olağanüstü bir örnek olarak davrandılar. Öyle devam etmelerini umuyorum. Sorun çözücü oldular.

Anadolu seyircisi olağanüstü bir şekilde bağrına bastı. İstanbul'a dönelim dedik. Dönmek için Anadolu'dan ayrıldık. Oraya geri döneceğiz.

Kendimiz ürettik, kendimiz pazarladık, hepsiyle keyif verdik, hepsinden keyif aldı. Doğrularımız fazlaydı. Bugünkü sonuçlar yarınların garantisi değildir. Doğru işe doğru adam koyalım.

"GRUPTA BAŞARILI OLACAĞIZ"

Bütün turnuvalara katılmak istiyoruz. En son katıldığımız turnuvada maç yapacağımız takımları öğrenmiş olduk. Bu takımlarla ilgili daha çok bilgi vereceğiz. Gruptaki hepsinden daha başarılı olabileceğimizi düşünüyorum. Zor grup olan Almanya, Fransa ve Portekiz'in grubunda da olsak ben aynı düşünce içerisinde olacaktım.

Biz, komşusu açken rahatsız olan bir milletiz. Teröre, şiddete, kadına şiddete karşıyız. Rakiplerimizle ilgili daha geniş bilgi vereceğiz. Tüm rakiplerimizle mücadele edebileceğimizi biliyoruz.

EURO 2020 açılış maçını oynayacak olmamız büyük şans. Hem ülke tanıtımı hem de takım için. Çocuklar zaten motive olacaklardır. Biz sadece nasıl oynayacağımızı konuşacağız.

Mart ayında Slovenya ve Avusturya ile dışarıda birer hazırlık maçı düşünüyoruz.

"RAKİPLERİN BİZDEN ÇEKİNMESİNİ SAĞLAMAK GÜZEL BİR ŞEY"

Bu yıl Milli Takım yılı olsun. Fransa maçındaki performansı gösterecek olgunlukta bir takımız. İtalya maçını kaybetsek bile Bakü'de Azerbaycan'ı ve kendimizi temsil edeceğiz. İki maçta her şey değişebilir. Elimizdeki kadroda mümkün olduğunca form durumu yüksek oyuncuları tutmak istiyorum. İtalya'yı yeniden gözden geçireceğiz ancak Galler bizim için daha önemli. Ben yine de 6 puanla gruptan çıkacağımızı düşünüyorum. UEFA 2 hazırlık maçına izin veriyor. Biz 4 hazırlık maçı oynayarak turnuvaya gitmeyi planlıyoruz. Rakiplerin bizden çekinmesini sağlamak güzel. Her maçta kendi futbol felsefimizi oynamaya çalışacağız.

"SENARYOLARI HAZIRLADIK"

Bütün senaryoları hazırladık. Gruptan çıktıktan sonra nereye gideceğimiz de önemli. Her maçımızda futbolumuzu biraz daha yukarıya çıkarmak zorundayız. Zirveye çıkmak için merdivenin ilk basamağına basmak gerekli. Yanlışlar ve doğrularla adım adım ilerliyoruz.

"MERİH GELİŞEBİLMEK İÇİN ORADA""

Merih en önemli oyuncularımızdan. Ama takımında hiç oynamıyor neredeyse. Çağlar, geçtiğimiz sezon hiç oynamazken bu sezon oynuyor. Oğuzhan Özyakup, oynaması rahat bir yerde oynamalı. İşinize odaklanabildiğiniz yerde olmalısınız. Paramı alayım oturayım olmamalı. Ancak Merih gelişebilmek için orada. Bir sene oynamazsın sonraki sene oynarsın. Ben de öyleydim. 1 sene oynamadım sonraki 19 sene oynadım. O dönemlerde de benden iyisi yoktu.

Basın toplantısının ardından EURO 2020'ye katılmamızdan dolayı hazırlanan pasta kesildi.
Goal Türkiye & Mackolik ile çarpıcı bir röportaj gerçekleştirmiş a milli takım hocası.

İlker Yılmaz: Ben 1995 yılında bir çocuktum ve Şenol Güneş Trabzonspor teknik direktörüydü. Şimdi 35 yaşındayım ve Şenol Güneş üst düzey teknik direktörlüğe devam ediyor. Oysa dünyada her şey çok hızlı değişiyor. Şenol Güneş kendini bu kadar hızlı nasıl değiştiriyor?

Bir top var ortada herkes peşinden koşuyor. Bu benden önce de vardı, bugün de var, yarın da olacak. Arabanın tekerleğinin bulunması gibi. Arabanın tekerleği bulundu, sonra arabanın gövdesi yapıldı, araba yapıldı, modern arabalar yapılıyor. Mühim olan başlangıçtaki buluştur. Yani gidiş yolu belli, ilkeleri belli. Ama tabii şartlar değişiyor. Bu değişime de sizin uymanız gerekiyor. Sizin gençlik yıllarınız benim yaşlılık yıllarım ama bu sadece yaş olarak öyle. Düşünce olarak değişen bir şey yok. Benim futbolcu olacağım diye bir hayalim yoktu ama futbol oynuyordum. Ben futbol oynarken işi gücü olmayanlar futbolcu oluyordu. Benim futbolcu olmak gibi bir düşüncem yoktu. Ben tam tersine efendi, işini seven, iyi oynamaya çalışan biriydim. Bakanlar bunu görüyordu bende. Bugün de aynı şeyi yapıyorum, değişen bir şey yok.

Tabii nesiller değişti. 20 sene futbolculuk, 33 sene de antrenörlük hayatım var. 53 yıllık bir futbol geçmişim var. Oyunculuğa 15 yaşında başladım ben. Lisansım çıktı, sahaya çıktım. Antrenörlüğe de 35 yaşında başladım. O günkü heyecanım neyse bugün de aynı heyecanım var. İş ahlakım, iş anlayışım, belli prensiplerim var. Prensiplerimden asla taviz vermem. Ama doğru olarak kabul ettiğimiz prensipler. Saçma sapan kimsenin doğru kabul etmediği düşünceler değil bunlar. Tabii futbolun kendi gelişimi var. Futbol hızlanıyor, tesisi, eğitimi, organizasyonu çok şey değişti. Oynanan oyunun, zeminlerin ve kullanılan malzemelerin değişimden sonra futbolun değişimi kaçınılmazdı. Ama özünde yetenek başka bir şey. Yetenek o gün de bugün de değişmez. Öz değerler vardır, bunlar olmazsa olmazlar. Bunları koruyarak üzerine yeni şeyler inşa edilebilir. Antrenörlük yapıyoruz, oyuncuyla çalışıyoruz, onlara rehberlik yapıyoruz. Ben mükemmel değilim, böyle bir iddiam yok ama bir tarzım var. O tarzın içinde işimi iyi yapmaya çalışıyorum. Bunu oyuncuma da söylüyorum. İnsanlara yardımcı oluyorum, yol gösteriyorum. Değişimden kaynaklı hayat şartları var. 53 yıl önce elektrikli lambalar yoktu. Kitap okurken isli lambalar kullanıyorduk veya mumla okuyorduk. Bugünkü teknolojik aletlerin o gün hiçbiri yoktu. O zaman onlar hayaldi, hatta öcü gibi bakılıyordu. Tüm bunlara adapte olunabilir. İnsan zihni her şeye adapte olur. Yeter ki siz değişime açık olun. Zaten bu değişim size bir gelişim getiriyor.

1978’li yıllarda öğretmenlik yaptım. Öğretmenliğin verdiği bir pedagojik katkı var. Bu çok önemli. O çocuklarla ilişkimin benzerini şimdi yaşıyorum. Aile böyle, çocuklar böyle, okul böyle, futbol böyle. Dolayısıyla modern dünyanın getirdiği, ekonominin insanları zorladığı dönemde sizin prensipleriniz ve güçlü karakteriniz bunlarla entegre olur. Ama siz yaşamı kendinize göre felsefe haline getirip de karşınızdaki insanları yok sayarsanız veya pozisyonunun değiştiği an güçlü veya güçsüz oluyorsanız bunlar olmaz. 1996’da hayata nasıl bakıyorsam temel ilkelerle aynı bakıyorum. Ama değişimleri yok saymıyorum. Bugünkü teknolojik değişimler, malzeme, eğitim, ilişkiler… Bunların hepsine mecbursunuz zaten.

Ve bütün bunlara sorgulayarak bakmanız gerekiyor. Çocuklarımıza niye telefon veriyoruz? Veya telefondan çocuklar ne istiyorlar? Keyif alıyorlar. Önemli olan biz onu yönetebiliyor muyuz? Telefonu isteyen bir çocuğa ‘hayır’ dediğimiz zaman istiyor mu? İstiyor. O zaman ona öyle bir seçenek sunmamız lazım ki onu istemez hale getirmemiz gerekiyor. Öğretmenliğin verdiği en önemli şeylerden bir tanesi budur. Ama çocuk gibi olursanız bu olmaz. O zaman siz başka bir hayat yaşıyorsunuz demektir. O yüzden onla beraber olmayı, onu yönetmeyi, paylaşmayı öğrendiğimiz zaman iş kendi yolunda olur. Hatta öğretirken öğreniyorsunuz. Çocuklarımızda olmuyor mu aynı şey? Futbolcular için de aynı şey geçerli. Ben antrenörken öğrenmediklerimi daha sonra gördüm. Ama bundan hiç şikayetçi olmadım; ‘Sizde bunlar var, niye olmuyorsunuz?’ demek yerine işimizi iyi yaparak onların daha iyi olması için nasıl yardım ederiz diye uğraştık. Değişime açık olmak, yeniliğe açık olmak bana göre bu işin gizli silahı. Ama kendi egolarınıza esir düşmezseniz! Çünkü karşınızdaki her insan değerlidir. Ona o değeri vermeniz gerekiyor.

Merve Yenidünya: Kulüp takımının teknik direktörü olup yönetim-oyuncu grubu arasındaki köprü olmaya çalışmak mı daha zor, milli takımı çalıştırıp ülkedeki tüm camiaların ve futbol yorumcularının "Neden X-Y-Z oyuncular kadroda değil" eleştirilerine maruz kalmak mı?

Bu işi yapıyoruz, eleştiri olacak tabii. Zaten eleştiri size yol gösteriyor, eksiğinizi gösteriyor. Ben de bundan faydalanırım. Zaten bunu yaptığınız müddetçe başarılı olursunuz. Ancak kulüple arasında bir fark yok. Kulüpte de yine aynı şekilde bir takım var elinizde onunla çalışıyorsunuz. Önemli olan bunun yönetilmesi. Farkı şurada, kulüpte sürekli maç yapılıyor. Bazen haftada 3 maç yapıyorsunuz. Milli takımda bazen 3 ayda bir maç yapıyorsunuz. Önemli olan bu boşlukları nasıl kullandığınız. Ben ikisinde de çalışan biri olarak bir şey fark ettiğini düşünmüyorum. Sadece bu planlamayı iyi yapmanız lazım. ‘Nasılsa benim Mart’ta maçım var’ diye bırakırsanız, geçmiş olsun. O maç geldiği zaman geç kalırsınız. Maçın bitiminde eksikler neydi tespit edip gelecek döneme hazırlık yapmanız gerekir. Şu anda biz hepsini yaptık.

Bir de bu işin oyuncu boyutu var. Oyuncu ile burada her gün antrenmanda beraber olmuyorsunuz. O zaman oyuncuyla telefonla veya yüz yüze görüşmeleriniz oluyor. Oynadığımız maçların analizlerini yapıyoruz. Oynadığı oyunun sadece bir takıma ait olmadığını, milli takımla ülkeyi temsil ettiğini, başarı grafiğinin de ona göre olması gerektiğini söylüyoruz. Zaten bunları yapan oyuncuların geliştiğini görürsünüz. Çünkü biz doğru ilkelerden bahsediyoruz. Keyfimize göre bana göre şöyle yap demiyoruz. İlkeler, prensipler, planlar, projeler, devreye konduğu zaman hepimizin uyması gereken değerlerdir. Bunlar üzerinden gidiyoruz.

Milli takımda oynayan oyuncumun bilgileri maç bittiği zaman oyuncuma gider. Gerektiği zaman -ki zaman zaman çok sık görüşme yapıyorum- kulüpteki hocasıyla konuşup bilgi alıyoruz. Oyuncular kulüplerin oyuncusu. Dolayısıyla onlara saygı duyuyoruz, onların gelişmesi için de bizde katkı yapmak istiyoruz. Benim tespitlerim onların beklentileri birleşip oyuncunun gelişimini sağlıyor. O yüzden milli takıma gelen oyuncu her zaman avantajlıdır. Çünkü kendi takımında eksiklerini giderip çalışmalar yapıyor, aynı zamanda milli takıma geldiği zaman da üst seviyede oyuncularla beraber kendi grubunda oluyor. Rakipler de üst seviyede olunca onlarla yarışıyor, eksik olan taraflarını o zaman tespit ediyoruz.

İlker Yılmaz: Siz iyi bir futbolcu olup, İstanbul büyüğüne transfer olduktan sonra efsaneleşmiş biri değilsiniz. Hikâyeyi en başından kendiniz yazdınız. Trabzonspor dışında neden kimse böyle bir şey yapamadı?

Genelleme yapmak yerine kendimle ilgili konuşabilirim. Ben sokak arasında büyüdüm. Kumsalı olan, evlerin bahçelerinde meyve ağaçları olan ve arabanın az geçtiği bir dönemde büyüdüm. Şartlar beni orada futbol oynamaya itti, ben onu planlamadım. Denize girmek için kayalardan atlamak kalecilik yapmak gibi bir şey. Başka bir oyun yoktu, oyuncağımız da yoktu, imkansızlıklar vardı. Bugünkü oyuncaklar, telefonlar, tabletler olsa belki olmayacaktı. Tabletler çok önemli, çok katkı yapıyor ama çok şeyi de alıp götürüyor. Biz bu şartlar içerisinde büyürken kendi grubumla önde oynuyordum ama mahalle maçında maçlarında büyüklerin arasında kaleye geçmek zorunda kalıyordum. 15 yaşında lisans çıkardım o zamanlar 30 yaşında insanlarla oynuyordum.

Trabzon’da futbol hafta sonları ortak alanda insanları birleştiren bir olguydu. Mahalleler arasında olduğu gibi yakın yörelere -Tirebolu, Arsin vb.- gidip maçlar yapıyorduk. Pikniğe gidiyorsunuz, oranın çocuklarıyla maçlar yapıyorsunuz. Bu ister istemez size bir altyapı oluşturuyor.

devamı bir alttaki entryde..
goal türkiye & mackolik ile çarpıcı bir röportaj gerçekleştirmiş a milli takım hocası.

****aşağıdaki kısım röportajın 2. bölümü.. ilk bölüm bir üstteki entryde..****

Daha sonra biz bu işte profesyonelliğe döndük, bu işin bir de para tarafı oldu. O zaman aileler futbola karşıyken para da gelince az da olsa katkı yapıyordu. Dolayısıyla şehir bununla yaşayarak büyüyor. Bizim zamanımızda Trabzon’dan çok büyük oyuncular gelip geçti. İstanbul’a veya Ankara’ya transfer oldular. Ama bizim dönemimizdeki futbolcularla bu daha da fazlalaştı. Dolayısıyla yeni gelen nesil çok büyük eğitimler görmese bile çok güzel örnekler gördü. Daha önce dışarıdan transfer yapan Trabzonspor hem ekonomik güçlük çekti hem de sonuç alamadı. Ondan sonra bu gidişin iyi olmadığını düşündüler ve kendi yöre çocuklarına döndüler. Bu da bizim dönemimize denk geldi. O zaman Ahmet Suat Özyazıcı ve Özkan Sümer’in başta olduğu bir dönemdi. Çocuklar da iyiydi ve başarılar, şampiyonluklar geldi.

Trabzon futbol geçmişi olan bir şehir. O günkü futbolda da ürettiği oyuncular var. Başarılı olmazsan Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray’la nasıl yarışacaksın? İkinci sezonda onlardan aşağı olmadığımızı gördüm. Sonuçlar da geldi.

Trabzon başarıyı gördü, başarıdan sonra birtakım değişimleri gördü, başarısızlığı gördü, ardından tekrar başarıyı gördü, sonra dağıldı, ekonomiye bağlı olarak sarsıntılar geçirdi. Başarıyı yakalayan hoca, yönetici, oyuncular hatalar yapmaya başladı ama o kadar dinamik ki o hiç yalnız kalmıyor. Uzun yıllar şampiyon olmasa bile Trabzonspor hala iddialı olabilecek bir yapıyla yarışmaya devam ediyor. Çünkü o gücü var, o camiası var. Trabzonspor sadece o yöreye ait değil. Büyüdüğü zaman Doğu’da, Akdeniz’de, İç Anadolu’da, Batı’da her insan tarafından sempati ve sevgiyle karşılaşıyor. Ve bir süre sonra Trabzonlu olmayıp Trabzonsporlu olan insanlar oldu. Camia farkında olmadan büyük bir aşama kaydetti. Kötü dönemde bile bu yalnızlığı hissetmedi. Mesela Bursaspor da büyük bir camia, büyük bir şehir. Ama o havayı yakalayamıyor. Eskişehir de öyle. Dışarıdan o desteği göremedi. Şöyle söyleyeyim; bir saksıda çiçek var, bu çiçek büyüdüğü zaman oradan çıkmalı. Ama çıktığı zaman da o desteği görmeli, o büyüme sancısını atlatabilmeli. Trabzonspor bunu yaptı. Bursa ve Eskişehir bunu yapamadı. Süreklilik için buna ihtiyaç var. Hatta kendi içinde yanlışları olsa bile sürdürülebilir olması gerekiyor.

Merve Yenidünya: Siz göreve gelmeden önce Milli Takım arzu edilen sonuçları almaktan oldukça uzaktı. Neleri değiştirip takımı şu anki seviyesine çektiniz?

Ben şöyle bakıyorum: Benden önce kim görev yaptıysa ben teşekkür ediyorum. Yanlış da yapsa doğru da yapsa. Bazen yanlış yapması işimize geliyor, biz o yanlışı düzelttiğimizde artısı oluyor. Eğer bu sorunların hiçbiri olmasa sizin de varlığınızın bir anlamı olmayacak.

Büyük turnuvalara katıldık. Dünya Kupası’nda, Avrupa Şampiyonası’nda katılım ve derece anlamında veya kulüpler bazında başarılı olmak bizim başımızdan geçti. Demek biz bunları yapabiliyoruz. Neden sürdürülebilir yapamıyoruz? Bunları konuşmamız lazım, hala konuşamıyoruz. Dünya Kupası’nda üçüncü olduk ama dünya futbolunda üçüncü değildik, hala değiliz. Avrupa Şampiyonası’na katıldık ama bizden daha iyi durumda olup katılamayan vardır. Almanya, Fransa, İspanya, İngiltere ekonomik olarak da tesis olarak da anlayış olarak da bizden öndeler. Biz onları yenebiliriz, bu başka bir şey. Yenmemiz bizim eksiğimizi göstermez değil.

Bizde de büyük bir değişim var, stadyumlar yapılıyor. Yeniden, çocukluğumuzda hobi olarak yaptığımız doğaçlama, doğal şartlar içerisinde oynadığımız alanları şimdi eğitim alanına dönüştürmemiz gerekiyor. Futbol endüstriyel bir hal aldı. Çok büyük paralar dönüyor. Bu paralar da ticari olarak kullanıldığına göre bunları düzenlemek gerekir. Üretim yapacağız, üretimi satacağız. Çocuklarımız okuyor, nasıl yapacağız? O zaman milli eğitim, spor bakanlığı, futbol federasyonu hepsinin el ele vermesi gerekiyor. Artık sokaktan tesadüfen bir yere satacağımız oyuncularla bu sürdürülemez. Tarımda da sanayide de desteklenirseniz o malı dışarıya gönderebilirsiniz. Burada o desteği yapmak lazım. Bir insana yatırım yapıyorsunuz, o çocuğun karakterine, gelişimine katkı yapıyorsunuz, okulunu da okuyacak, davranışlarını da geliştirecek, iyi bir Türkiye Cumhuriyeti bireyi olacak. Aynı zamanda yeteneği varsa futbolcu olacak. En iyi oyuncuları dışarıya göndeririz. Onun bir altı ligde kalır, onun da bir altı daha alt ligde oynar. En kötü ihtimalle okur.

Ben çocuklarımızın hafta sonu ya okulda ya spor kulübünde arkadaş grubuyla oynamasını istiyorum. Bu bir hobi olarak yapılmalı. Bizi şartlar zorladı hatta anne babamız bize kızardı ‘hala gelmedin, neredesin, ayakkabını eskittin’ diye, o şekilde oynamalı. Çocuk arkadaş gurubunda sosyalleşerek, tartışarak büyümeli. O zaman tableti veya telefonu istemez.

Çocukları eve tıkıyoruz, hiçbir şey yapma diyoruz. Kendin de olsan sıkılırsın. Çocuk bir şey istiyor. Telefon veya tablet onun için eğlenceli. O zaman buna yöneliyor. Bu sefer onu da alma diyoruz, yerine hiçbir şey koymuyoruz. Yerine bir şey koymalıyız. Bu sanat olur, spor olur, zanaatkarlık olur, hiç önemli değil. Çocuklarımıza bir meslek verebiliriz veya sanatçı veya sporcu olur. Olması da gerekmez, uğraştırmamız gerekiyor. Hobileri bunlar olması lazım. Ama ayrıca okuyup da doktor, mühendis, avukat fark etmez başka bir alanda da başarılı olabilir. Bu konularda adım atmamız gerekiyor. Ülkemizde futbol seviliyor. Bu çok büyük bir avantaj. Bu sevgiyi bugünkü endüstriyel halinde ekonomiye çevirmemiz gerekiyor.

İlker Yılmaz: Fransa maçı gibi zaferlerimiz daha önce de var. Ama daha düşük seviyedeki takımlara karşı takılabiliyoruz. Andorra ile Arnavutluk'u az daha yenemiyorduk. Sizce bunun sebebi ne?

Futbol bilinmeyen bir denklem değil. Herkes futbolu biliyor, oynuyor. Tabii fiziksel, teknik, taktik, yetenek farklılıkları var. Ama hücum etmekle savunma farklı şeyler. Biz oyun üstünlüğü olarak tamamen onların sahasında oynadık. Gol becerisini veya yakalanan pozisyonları kullanamadık. Bu bizim için olduğu gibi her takım için geçerli. Bazen bir iki defa kalemize gelip maç kazanan da var. Tıpkı eskiden bizim yaptığımızı bize yapıyorlar. Bu bizim büyüdüğümüzü gösteriyor. Biz Fransa’ya zorlanacağımızı düşündük ama daha rahat geçtik. Ama sadece bizim iyi oynamamız yeterli değil, Fransa da benim beklentimin altında oynadı.

Merve Yenidünya: Stoperde Merih-Çağlar ikilisi 10 maçta sadece 3 gole geçit vererek kusursuza yakın bir uyum yakalamıştı, Merih'in turnuva başladığında istediğiniz seviyede olamaması halinde Ozan-Çağlar ikilisinden aynı randımanı alıp alamama konusunda herhangi bir endişeniz var mı?

İsimler üzerinden şu olur, bu olur demeyi doğru bulmuyorum. Benden önce Kaan ve Çağlar oynuyordu. Geldiğimde Ozan ve Merih’le başladık, Ozan’ın sakatlığı oldu. Merih – Kaan’a döndük, son dönemde de Merih – Çağlar oynadı. Ama Kaan da önemli oyuncu. Demek ki Kaan – Çağlar zaten var. Merih’in olmaması bizim için büyük kayıp. Ozan’ı hiç kullanamadık, dolayısıyla bir oyuncu daha var. Bir de son Andorra maçında oynattığım Mert Çetin var. Takımında oynamıyor ama ligimizde olan deneyimli arkadaşlar da var. Sayısal bir sıkıntımız yok. Ama her şeye rağmen Merih bizim için bir kayıp. Zamanı gelince göreceğiz. Hazırlık maçları var, 2 tane martta, 2 tane mayısta, 2 tane de haziranda. O süreçte karar vereceğiz.

İlker Yılmaz: Euro 2020’de açılış maçını oynayacak olmak bir baskı yaratıyor mu? Avrupa Şampiyonası’nın bu seneki statüsü hakkındaki görüşleriniz neler?

Maalesef bize verilmemek üzere yapılan bir organizasyon oldu gibi geliyor bana. Çünkü Platini zamanında Türkiye’nin talebi vardı. Türkiye’ye verilmedi arkasından 12 tane şehre dağıttılar bunları. Çok sağlıklı bulmuyorum ama görmek lazım. Çünkü lig bitmiş, fiziksel ve zihinsel yorgunluk var oyuncularda. Milli takımda müsabaka yapacaklar bir de seyahat yapacaklar. Oysa yerleşik bir yerde düzenlense daha iyi olurdu. Biz mesela uzun mesafe gideceğiz ama İsviçre bize göre daha kötü. Biz Roma’dan Bakü’ye gidip 2 maç oynayacağız. İsviçre Bakü’de Galler’le oynayıp Roma’ya gidecek, ardından Bakü’ye geri dönecek. Böyle bir şey yapıldı, eksisi artısı görünecek. Şikayetçi olmak yerine bunu kabulleneceğiz.

Grubumuzda İtalya var, Galler var, İsviçre var. İlk maçımız da açılış maçı. Bu bizim için bir bakıma da bir şans. Rakibimizin ev sahibi olması tabii ki onlar için bir avantaj ama açılış maçı da futbolcunun gösterebileceği çok güzel bir ambiyans olacak. Ve turnuvanın ilk maçı tek maç. Dolayısıyla herkesin izleyebileceği bir maç. Oyuncu için motivasyona ihtiyaç yok. Bizler bu organizasyonda sportif bir başarı tabii ki istiyoruz. Daha önemlisi iyi futbol oynayıp sportif başarı yanında fair-play içerisinde kendi futbolumuzu keyifli bir şekilde sunup beğeniye sunmak istiyoruz. Herkes görsün istiyoruz.

devamı bir alttaki entryde.
goal türkiye & mackolik ile çarpıcı bir röportaj gerçekleştirmiş a milli takım hocası.

****aşağıdaki kısım röportajın 3. bölümü.. ilk 2 bölüm bir üstteki entrylerde...****

Merve Yenidünya: Cenk'in Crystal Palace'a, Oğuzhan'ın Feyenoord'a transferinden önce kendileriyle görüşme fırsatınız oldu mu, eğer olduysa yaklaşımınız ne yöndeydi?

İkisiyle de görüştüm. Cenk’i isteyen birçok kulüp vardı, en sonunda Crystal Palace’ta karar kıldı. Oynamayan oyuncunun kenarda bekleyip olumsuz etkilenmesi yerine oynayacağı bir kulübe gitmesi onun da bizim de yararımıza.

Oğuzhan geçen sene benimle beraberdi, oynatamıyorduk. Oyuncu ivmeyi kazanamayınca sahaya her çıktığında kendine güvenini kaybediyor. Ardından taraftar da haklı olarak eleştiri yapıyor, o zaman iyice kaybediyorsunuz. Oğuzhan’ın bu ortamdan çıkıp yeni bir ortama girip kendini görebilir. O yüzden gitmelerinde yarar var. Ama gitmeleri yetmez, savaşmaları gerekir. Çok çalışmaları gerek. Gitmeleri ‘ben transfer oldum, paramı aldım’ demek değildir. Hep söylüyorum, ne kadar güzel futbol oynarsan, işini ne kadar iyi yaparsan ve değerli olursan onun karşılığında her şeyi kazanırsın. Hem parayı hem maneviyatı hem saygınlığı kazanırsın. İşini iyi yapmadığın zaman hiçbir şey kazanamazsın. O yüzden bu değişimlerle daha önce bir çalışıyorsa ikiye katlaması lazım. Kendini ispatlarcasına bir çalışma olması lazım.

Yusuf ve Abdülkadir dönüş yapıyor. Dorukhan iyiye gidiyor. Hasan Ali çıktı, oynadı. Hayatta bu sakatlıklar var. Mühim olan bunları hızlı bir şekilde geçirmeleri ve takımlarına dönmeleri. Bizim 40-50 kişilik havuzumuz var. Hepsine hazır olmak durumundayız. Şu anda kadromuz iyi. Hem karakter hem yetenek olarak yeterli olduğunu düşünüyorum.

İlker Yılmaz: 2002 Dünya Kupası’nda beklentilerin çok üzerine çıkmış ve tarihi bir başarıya imza atmıştık. Euro 2020’de ise beklentiler oldukça yüksek. Bunu bir avantaj olarak görüyor musunuz?

Bu işi yapıyorsan en iyisini yap. Gücün neye yetiyorsa %100’ünü vermelisin. Biz de öyle yapacağız. İtalya maçıyla başlayan, Galler ve İsviçre ile devam eden 3 tane maçımız var. Savunma hücum neyse, hepsini yapacağız. İyi futbol oynayarak yapmaya çalışacağız. Biz bunu yaparken hep söylüyorum; son 16’ya kalabiliriz, çeyrek, yarı finale çıkabiliriz, gruptan da çıkamayabiliriz. Hepsinde olması gereken futbol oynamak. En güzel futbolu vereceğiz. Karakterinizle fair-play içerisinde sahada kalmayı bileceksiniz. Biz bunları yaptığımızda alacağımız sonuçlar değerli olur. Biz Avrupa Şampiyonası’na giderken aldığımız sonuçla yaptıklarımızı güzel göstereceğiz. Yaptıklarımız iyi olmazsa o da takdir görmez. Herkesin sevdiği, sıcak baktığı, aileden biri olarak gördüğü bir takımımız var. Öyle oynadık, öyle geldik. Bize bir görev verdiler, ben sorumlu olarak, futbolcu sahada, taraftar tribünde destek oluyor. Aynı duygu düşünce içinde olduk. Takım ruhu budur. Bunun karşısında sonuç gelince bu takım çok iyi, yetenekli, karakterli diyoruz.

Bir tecrübe geçireceğiz. Bazen bana diyorlar, ‘Hocam bir çeyrek final, yarı final bekliyoruz’. Madem bekliyorsun finale çıkalım kupayı alalım. Hayalse ben kupayı almak isterim. Hayalim en güzelini almak, niye yarıma gireyim. Ben adım atacağım, attığım adımın ne olduğunu bileceğim. Başarıyı yakalayacağım, doğru işler yapacağım. Onları yaptıktan sonra, eksik yaptıysak değerlendiririz. Hepsine hazır olacağız. Oyuncuların hepsi her takımı yenmek için sahaya çıkacak. Beklentiler ne olursa olsun sonuçlar iyi olmalı. Ama o sonuçlar için iyi futbol oynamamız gerekiyor.

Beklenti dışında şu oluyor biraz, olduğundan fazla söyleyip eksik kaldığı zaman yok etmeye çalışıyoruz. Bu kötü, bunu asla kabul etmiyorum. Sonuçlar ne olursa olsun benim için aynı değerlendirilir. İsterse en başarılı olsun bunlar dünyanın en iyi futbolcuları değil, isterse kaybetsinler dünyanın en kötüsü değiller. Tek tek hepsi neyse odur. O yüzden oynadıkları oyunun üzerine koymalı, onu göstermeli. Burada bir tecrübe alacağız. İster sportif başarı alalım ister kaybedelim, bu çocuklar genç çocuklar. Dünya Kupası’nın bir altyapısını oluşturacaklar. Bu turnuvanın arkasından mutlaka Dünya Kupası’na katılmamız gerekiyor. O zaman sürdürülebilir başarı yapmış oluruz. Grupta İzlanda maçını kaybettik, olağanüstü şeyler oldu ama kaybettik. Ama bu sürmedi, tek maç üzerinden kaldı. Kayıplarda ne yapacağımızı da görmemiz gerekiyor. Hem bizim için hem oyuncu grubu için hem de halkımız için. Buradaki başarı ve başarısızlıktaki tepkilerimiz ve uygulamalarımız da bizi uzun vadeli kılabilir.

Merve Yenidünya: Süper Lig’de şampiyonluk yarışında bulunan pek çok takım var. Ancak oynanan futboldan, yaşanan rekabetten çok hakem kararları gündeme geliyor. Siz hakemlerimizin performansını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hakemler konusu ben antrenörken de vardı, oyuncuyken de vardı, şimdi de var. Bütün halkalar içerisinde en zayıf halka orası görünüyor. Evet hata yapıyorlar. Ama ben ‘hatayı yapayım da bu takım iyi gitsin, şu takım kötü gitsin’ düşüncesinde asla görmedim. Ama biraz onun üzerinden giderek hem kendimizi hem etrafımızı rahatsız ediyoruz. Bu ortamın kirlenmesinde, havuzun içindeysek hepimizin payı var. Hata varsa söylenmeli, haklı olan da haklı kalmalı. Ama haklı olan söylemlerini saldırganlaştırırsa haksız duruma düşer. Burada da derdini anlatamaz. Futbolu sadece hakemlerin hatası üzerinden ifade edersek ve sorunu çözdük diye kabul edersek o zaman hiçbir şey konuşmayalım. Biraz daha futbolun antrenörler ve oyuncular tarafından konuşulmasından yanayım.

Hatalar var, söylenmeli. Hatta gerekirse direkt ona söylenmeli. Yani ne düşünüyordun, görmedin mi pozisyonu. Öyle pozisyonlar var ki maç içerisinde benzer pozisyonlarda farklı kararlar çıkıyor. Bu kişiler art niyetli ise zaten bu işi yapmasınlar. Hep beraber engelleyelim. Ama yanlış yaparken korku içindeyse o korkuyu ortadan kaldıralım. Onlar da bu camianın insanları. Daha iyi oynasınlar diye oyunculara rahat imkân verip çalıştırmak istiyoruz. Oyunculardan en iyi verimi almak için birtakım koşulları en iyi yapmak için çalışırken diğer taraftan bu oyunu adaletli yönetmesi gereken adamı sürekli baskı altında bırakırsak olmaz. O zaman yabancı oyuncu konusuna döner. Yabancı antrenör, yabancı oyuncu, yabancı yönetici, yabancı hakem… Bu da çözmez, tartışmalar hep sürer. Doğru kriterleri getirmek lazım. İyi oynayan takımı hiçbir takım durduramaz. Ama hakem yanlışlarıyla bazı takımlara zarar verdiği de bir gerçek.

İlker Yılmaz: Beşiktaş Abdullah Avcı’nın ardından takımı Sergen Yalçın’a emanet etti. Yeni nesil teknik direktörlerden biri olan Sergen Yalçın’ı nasıl değerlendirirsiniz?

Futbol kültüründe çok büyük sıkıntılar var. Abdullah Hoca da çok iyi bir hoca. Abdullah Hoca Beşiktaş’a gelirken Türkiye’nin en iyilerinden bir tanesiydi. Beşiktaş camiası böyle kabul ederek aldı, onu yok saymak doğru değil. Ama bazı şeyler örtüşmüyor, uyum olmuyor, beklentiler olmuyor. Bunun sebebi hocadır, yönetimdir, oyuncudur, paradır, taraftardır, adına ne dersen de. Ama bu kadar kolay yok etmeyi doğru bulmuyorum. Abdullah hocanın çok değerli, çok başarılı olduğunu düşünüyorum.

Sergen Yalçın da öyle, o da çok başarılı. Gittiği takımlarda farklılıklar sundu, şimdi Beşiktaş’ta. Camianın evladı. Daha severek ve heyecanla geldi. Başarılı olmasını tabii ki bekliyorum.

Merve Yenidünya: Trabzonspor’da da oyun tarzı ile size benzetilen Ünal Karaman ile yollar ayrıldı ve göreve Hüseyin Çimşir getirildi. Henüz birkaç maçtır takımın başında ama sizin ilk izlenimleriniz neler?

Başlangıçta zaten beraberdiler. Ahmet Ağaoğlu, Ünal Karaman, Hüseyin Çimşir Trabzonspor’u sıkıntılı dönemde alıp bugünlere getirdiler. Çok başarılılar bana göre. Çünkü ekonomik sıkıntılarını düzeltip kadrodaki rakamları düşürerek ve bazı oyuncuları satıp para kazanarak yarışta oldular. Şartlar zorlamış olabilir ama doğru yapılandılar. Nasıl oldu bilmiyorum, başkanla hocanın diyaloğundan bir ayrılık geldi. İşin patronu başkandır, karar da onundur. Ama bu Ünal Hoca'nın değerini kaybettirmez. Yaptığı hizmetleri asla bir kenara atamazsınız. Çok başarılı işler yaptı. Hüseyin Çimşir de Ünal Hoca'nın yardımcısıydı, çok düzgün bir karakterdir. Onun da bu işi yapabileceğini düşünüyorum. Şartlar onu ön plana çıkardı. Nasıl zamanında Ünal Hoca'yı çıkardıysa bugün de Hüseyin Hoca'yı çıkardı. Gayet iyi gidiyor şu anda.

İlker Yılmaz: Avrupa’da bu sezon sadece Başakşehir yoluna devam ediyor. Diğer takımlarımız hayal kırıklığı yarattı. Eskiden belli bir standardımız vardı. Kaza yaşıyorduk ama son birkaç yıldır yaşadıklarımızı kaza olarak adlandırmak zor.

Başakşehir şubat ayını gördü, diğerleri görmedi. Başakşehir’i tebrik etmek lazım. Diğer takımlarımızın ekonomik sıkıntılarının yansıdığını düşünüyorum. Buna bağlı da ligdeki yarış itibariyle tercihlerin yapıldığını görüyorum. Bu çok tehlikeli bir şey. ‘Avrupa Kupalarına da gidelim ama çok önemli değil, lig daha önemli’ duygusundan arınmak gerekiyor. Avrupa Kupalarında her maç önemli. Kazanacağınız her puan sadece size değil. Çünkü o puanlar ileride sizin var olma savaşınızda ön plana çıkacak. Burada hatalar yapıldı, ona bağlı maçlar kaybedildi. Bu puan kayıpları sebebiyle ligi ikinci bitiren takımımı hep ön elemede kalıyor, yukarıya çıkamıyor. Biz İspanya, İngiltere, Almanya gibi çok fazla takımla yarışmaya katılmıyoruz. Şampiyonlar Ligi’ne iki takım katılıyor, biri elemeyle diğeri direkt. UEFA Kupası’nı Galatasaray’ın kazanmasıyla Avrupa’nın Türkiye’ye bakış açısı değişti. Beşiktaş’ın Şampiyonlar Ligi’nde tur atlaması da Avrupa’nın Türkiye’ye bakışını değiştirdi. O zaman oynanan futbola dönüp bakıyorlar. Oyuncu var mı, alayım mı diye düşünüyor. Bu pazar payını unutmayalım. Uluslararası yarışmalar milli takım için de geçerli, kulüpler için de geçerli. Maalesef sıkıntı var.

Gönlüm şunu arzu ediyor: Biz şimdi Avrupa Şampiyonası’na katıldık, A takım yarışan takımdır. Başarılı olmak zorundadır. Bu beklentiyi de saygıyla karşılıyorum. Ama bunun altında ezilmemek lazım. Milli takımın başarısı kulüplerin de başarısıdır.

devamı bir alttaki entryde.
goal türkiye & mackolik ile çarpıcı bir röportaj gerçekleştirmiş a milli takım hocası.

****aşağıdaki kısım röportajın 4. ve son bölümü.. ilk 3 bölüm bir üstteki entrylerde…****

Merve Yenidünya: Antalya’da yapılan devre arası kampında tüm teknik direktörlerle bir araya geldiniz. Neler konuştunuz?

Nezaket ziyareti yaptım. Süper Lig’den oyuncu alıyoruz. Oyuncusu alınmayan takımın da verdiği renk bizim oyuncumuzu geliştiriyor. Milli takımımızda olan oyuncular hakkında bilgi aldık, olmayan oyunculara her zaman kapımızın açık olduğunu konuştuk. Aynı zamanda ligin ikinci yarısı için başarılar diledim.

İlker Yılmaz: Bir nesil Messi ve Ronaldo’yu izleyerek büyüdü. Artık ikisi de kariyerlerinin son demlerinde. Sizce iki yıldızın futbolu bu kadar domine ettiği bir dönemden sonra bizi ne bekliyor?

Dünyada futbol hala çok ilgi görüyor. Büyük bir sanayi. Ama oyuncu üretimi zorlaştı. Futbolcu biraz ekonomik refah düzeyi düşük olan ailelerden çıkıyor. Onların da faydalanabilmesi için bölge ortamında yaratıcılığını kullanması gerekiyor. Onlarda biraz sıkıntı var, alan da bulamıyorlar. Dünyada da bu kadar eğitime rağmen yeni bir Messi ve Ronaldo yok. Teknoloji o kadar futbolun içerisine girdi ki iyi futbol oynamayı engelletebiliyor. Rakibi durdurmak için güçlü oyuncular ön plana çıkıyor. Yaratıcılığın daha fazla ön plana çıkması lazım. O yaratıcının da çok güçlü olması gerekiyor. Üst üste çok maç oynanınca bunlarda sıkıntı oluyor. Bugün Messi ve Ronaldo evet farklı. İkisi de çok değerli oyuncu. Messi’yi böyle kim yetiştirdi? Adını duydunuz mu? Bir daha yetiştirsin? Yok. Futbol böyle bilinmeyen bir denklem. Yarın kim çıkacak, nasıl çıkacak bilmiyoruz. Ben diyorum ki bizden çıksın. Biz de futbolda olmazsa olmaz işleri yapalım. Doğru planları, prensipleri ortaya koyalım. Biz çünkü futbolu seviyoruz. Çocuklarımızı mahalle arasında özgür bırakalım. Onlara özgürlüklerini verelim. Ama güçlendirelim onları. Yetenekli olan birçok oyuncu güçsüz. İşini sahiplenmiyor, emek vermiyor. Onlara işi nasıl sahipleneceğini öğretmemiz lazım. Altyapılar o yüzden çok daha fazla önem kazanıyor. Akademi dediğimiz yeni okulları ortaya çıkarmamız gerektiğini düşünüyorum.

Merve Yenidünya: Premier Lig’de son iki sezon Guardiola ve Manchester City fırtınası esiyordu. Bu sezon ise Klopp’un Liverpool’u durdurulamıyor. Siz hangisinin oyun tarzını daha çok beğeniyorsunuz?

Her ikisi de teknik ve taktik olarak üst düzeyde. Manchester City 98 puan aldı. Liverpool da o kadroya göre üstüne iki transfer yaptı. Klopp da bunu kullandı. Antrenör, yönetim, oyuncu üstünlüğü örtüşünce iyi oldu. Aynı takım bir sene önce şampiyon oluyor bir sene sonra erken kopuyorsa orada da sıkıntılar çıkabilir. Futbol 2+2=4 değildir. Biri kaybetti, bırakmadı devam etti. Eğer kaybettiği zaman bıraksaydı bugün o şansı da bulmayacaktı. Çok güzel, derslik bir olay. Klopp zaten Alman ekolünden geliyor. Çalışması, iş disiplini belli. Haddini biliyor, gücünü biliyor, bunu megalomanlık içerisinde kullanmıyor, teslimiyeti yok, savaşçı ruhu var. Yönetimin, antrenörün ve oyuncuların çok uyumlu bir şekilde devam ettiğini düşünüyorum.

İlker Yılmaz: Şampiyonlar Ligi’nde bu sezon şampiyonluk favoriniz kim?

Sürprizler çıkabiliyor ama şunu kabul etmek lazım; Son 16 içinde ekonomisi güçlü olan takımlar bu yarışta öndeler. Biz bazen transfer yapıyoruz ya Şampiyonlar Ligi’nde iddialı olalım diyoruz, hep onların düşünmediği, istemediği oyuncuları alıyoruz. Bize göre çok büyük para onlar için harçlık. O yüzden onlar hep öndeler. Bayern Münih, Mancheter City, Real Madrid, Barcelona gibi kulüplerin yatırımlarında şampiyonluğun aşağısı kabul edilemez. Liverpool – Manchester City çekişmesinde geçen sene Manchester City şampiyon oldu ama Liverpool Şampiyonlar Ligi’ni kazandı. Bunlar olabilecek şeyler, bunları normal karşılıyorlar. Bizde dünyanın sonu olarak görünüyor. Takımlara bakıp, ‘Bu takım şampiyon olur’ diyemem. Parası çok olan, takım kadrosu güçlü olan her zaman avantajlı. Bundan sonra hep öyle olacak.

Merve Yenidünya: Avrupa’da şu an bir takımın kalesine geçme şansınız olsa hangi takımı tercih ederdiniz?

Ben kendimi kaleci olarak asla almazdım. Niye almazdım, çünkü boyum zaten müsait değil. 20 sene futbol oynadım, iyi başladım iyi gitti, takım da iyiydi ama bakıyorum bu boyla nasıl kaleye alırsın. Mümkün değil. 1.80 – 1.85’in üstünde olmam lazım. Yeteneklerim vardı, sıçramam iyiydi ama benim kalecilik vasfım bugün için müsait değil. Ama geriden oyunu başlatmayı çok isterdim. Benim eskiden topla oyuna girdiğim çok olurdu, çalım atardım rakibe ama çok yetenekliydim. Ayağıma top yakışıyordu. O yüzden geride oyun kuran bir takımda oynamam lazım. Ama tekrar söylüyorum kendimi kaleye koymam asla.

Kaynak: Röportaj: Merve Yenidünya & İlker Yılmaz | Editör: Alp Çolak