evet chelsea mükemmel bir takımdı, yenilmek ve elenmek çok yüksek bir ihtimaldi ama taraftar o zaman umutluydu. "kesin yeniliriz" diye bir düşüncemiz yoktu. "her şey bir gole bakar" diyorduk. bir de ilk maçta sakat olan gökhan'ın bu maçta oynayacak olması, umutlarımızı iyice yükseltiyordu.

takım londra'ya gittiğinde tüm gözler tabi ki zico'daydı. daha öncesinde carlos'un "chelsea istemişti ama fenerbahçe'de çok mutluyum" sözleri londra basınında manşetleri süslüyordu. fenerbahçe, mağlup olmaya gelmemişti. biz de kendi kalemize gol atmazsak, bunu yapabiliyoruz diyorduk.

ardından o gün geldi, sabahtan beri maçın heyecanı içerisinde ne okuldan, ne işten verim alabilmiştik. bir an önce 21:45 olmalıydı diyorduk. bir gözümüz hep saatte, mesainin, okulun bitmesini bekliyorduk.

e zaman bu, ileri gitmek konusunda asla insanı yanıltmaz, bir şekilde yine akşam olmuştu. heyecan içerisinde evlerde yerimizi aldık. kimi masalarda çay, çekirdek. kimilerinde kola, bira... herkes istediği gibi oturmuş, fenerbahçesini izleyecekti. tabi o zamanlar tüm maçlar şifresiz yayınlanıyordu. futbolun güzel olduğu zamanlardı.

21:45 oldu ve şampiyonlar ligi çeyrek final 2. karşılaşması londra'da başladı. kalede volkan, savunmada gökhan, lugano, edu, vederson. orta saha da maldonado aurelio, colin kazım, deivid, kaptan alex ve en uçta semih 11'iyle ilk dakikalarda direnmeye başlamıştı fenerbahçe stamford bridge'de. alex'in ortasında lugano'nun zorda olsa vurduğu top cuducini'nin kucağında kalmıştı. ardından gelişen chelsea atağında sağ tarafta bana göre faul olmayan bir duran top düdüğü duyduk. alman panzeri, acımasız ballack'ın ceza sahasına kestiği topa kime dokunamıyor ve 22 futbolcunun da izlediği top bizim ağlarımıza gidiyordu. çok erken yemiştik golü 1-0. o dönemde üniversite sınavları için dershaneye gidiyordum. hayatımda pek bir tat yoktu, öyle düşünün. bir de sevilla-chelsea maçları arasında ergenlik döneminde mutsuz ve acılı dönemler geçiriyordum. kısacası fenerbahçe dışında pek keyif alacağım bir şey yoktu. golü yememizle birlikte bir depresiflik, bir karamsarlık çökmüştü yine içime. ama bu takıma güveniyorduk. ne yapar eder bu maçı bırakmaz diyordum içimden.

cole, drogba, kalou, lampard ve daha ismini sayamadığımız onca yıldızın şutlarını birer birer kurtarıyordu volkan kalesinde. savunmamız zor anlar yaşasa da kale emin ellerdeydi. ilk yarının ortalarında, alex'in kestiği topta bomboş pozisyonda kafayı vurmuştu lugano ancak top direğin dibinden dışarı giderken milyonlar ayakta "go" sesini çıkmak için hazır bekliyordu ama olmadı, ilk yarı bitti.

bu arada tabi cuducini sakatlanmış ve chelsea'nin sezon boyunca 3. kalecisi durumunda bulunan hilario kaleye geçmişti. bu bizi daha da umutlandırdı. 3. kaleciydi sonuçta, ne kadar iyi olabilirdi? ama insanın yıldızlaştığı bir an geliyor işte. hilario'nun da bizim maçmış, bilemezdik.

dakikalar 81. gökhan'ın o malum vuruşu... oralara buralara çarpıp seken top kaleye giderken hilario, hayatının topunu tutar gibi uzanıp topu çelmesiyle kurulan tüm hayaller bir anda kırılıveriyor, tuzla buz oluyordu. hemen arkasından kazım'ın uzaktan çok sert şutunu da kurtaran hilario, chelsea'ye turu getiren adam konumuna geçerken commandante zico ve askerleri için umutlar giderek azalıyordu. ve 86. dakikada bir türlü durduramadığımız essien sağdan kesiyor, lampard topu ağlarımıza göndererek maçı bitiriyordu. 2-0. muhteşem bir yolculuk böylece sonu eriyordu. nisan ayında, harika bir serüvenle tüm dünyayı kendisinden konuşturan fenerbahçe, buruk da olsa hayatımızda asla unutamayacağımız 10 maç yaşatmıştı bizlere. istanbul'a döndüklerinde havalimanındaki binlerce taraftar, bunu futbolculara aktarıyordu. üzgündük, ama gurur duyuyorduk. seneye daha güçlü dönecektik...

dönemedik. lige döndükten sonra önce aykut kocaman'ın ankaraspor'una son dakikada yediğimiz golle 2 puan bırakırken bir de ali sami yen'deki mağlubiyet, tüm ipleri kopardı.. sezon sonunda şampiyonluk gitmiş, bize bu unutulmaz anları yaşatan zico ile yollar ayrılıyordu. biz de guiza'yı bekliyorduk...
kendi açısında çok doğru hamleler yapan kişi.
kendi açısından......

geçen döneminde yaptığı en pahalı transferler: (2.5 sezonda)

serdar aziz 4.5m euro
eren derdiyok 4m euro
garry rodrigues 3.5m euro
tolga ciğerci 3m euro
ahmet çalık 2.5m euro
ryan donk 2.5m euro

isim olarak uçan kaçan isimler değildi bu oyuncular, ancak genellikle bir sonraki dönem transfer yapabilecek isimler tercih ediliyordu. (bazıları yaptı da)

ancak takım başarısız olunca adamı tefe koydular.
oluşturduğu kadro üzerinden çapsız, futbol cahili gibi yakıştırmalar yapıldı.

yeni döneminde adam bakmış.
ulan ünal aysal bu kulübün mali açıdan ardına koydu ancak başarı geldi artık ondan iyisi de yok taraftar gözünde. para benim param mı harca gitsin..

dubois 2.5 milyon euro bonservis 1.8m euro maaş.
seferovic 1 milyon euro kiralama 2.3m euro maaş.
Midtsjö 3.5 milyon euro bonservis, 975 bin euro maaş.
sergio oliveira 3 milyon euro bonservis 2.75m euro maaş.
abdülkerim 2.8 milyon euro bonservis 20 milyon tl maaş. (artarak 30 milyonu buluyor 3. sene de)
kazımcan 20 milyon tl bonservis.

ve üzerine mertens ve torreira transferleri.
mertens yıllık 4 milyon euro üstünde maaş, torreira içinse 7 m bonservis 3'ün üzerinde maaş deniyor.


yukarıda kesinleşen bütün transferler kulübün açıkladığı rakamlar. menajer ücretleri ve bonuslar, imza paraları vs. dahil değil.
onları da hesaba katıp bir de üzerine vergi mevzusunu eklersek korkunç bir harcama çıkıyor karşımıza.

ve bunu karşılayabildikleri tek yer marcao'nun satışı. zaten ordan gelen paranın yarısından fazlası abdül'e gömülmüştü kafadan.

gönderirken maaşlarını ödemeye devam ettikleri mohammed, djagne'yi falan saymadık daha.


başta dediğim gibi dursun özbek süper işler yapıyor, kendisi açısından.
devam etsin, uzun vadede bu planın işlemesi mümkün değil..
Tam adı turgut tolgahan sayışman olan televizyon, sinema oyuncusu ve model.

Koyu bir fenerbahçe taraftarıdır.

2008 yılında rol aldığı 'aşk tutulması' adlı filmde fanatik fenerbahçeli uğur adlı bir genci canlandırmıştır. Yayınlandığı dönemde izlenme rekorları kıran 'elveda rumeli' adlı dizinin 77.bölümünde, dizinin başrol oyuncusu erdal özyağcılar' ın canlandırdığı sütçü ramiz karakterinin söylediği " 1907 yılında istanbul kadıköy' de bir ayak topu takımı kuruluyormuş, mustafa hüsmen' i oraya yazdıralım diyor " cümleleri kendisinin ricası üzerine senaryoya eklenmiştir.

görsel
Takımın kötü olmasının sebeplerinden biri olan takıntı.

Genç ve potansiyelli oyuncu adı altında takıma bir sürü boş beleş adamı doldurduk. Şimdi de soruyoruz "bu takım neden böyle?" Diye.

Bu ülkede şampiyon olmak istiyorsan takımında tecrübeli ve kaliteli oyuncular olmak zorunda. Yeterli scouting ve altyapı yoksa genç kadro kurmak başarı getirmez.

Edit: Kesinlikle genç oyunculara karşı değilim. Bahsettiğim şey sırf genç diye alınan futbolcular. Tabii bu sosa'dan gustavo'dan medet umalım demek değil.
Potansiyeli, hatalı planlama ve gereksiz stoper ısrarı ile harcanan bir oyuncu olmuştur.

Josef yerine transferi kesinlikle çok doğru bir hamleydi, yanında futbol aklı olan bir 8 numara ile giderek performansı üst seviyeye çıkabilirdi.

Ersun Yanal'ın elimde stoper yok, mecburen oynatıyorum mesajı vermek için harcadığı bir oyuncu oldu. Kaybettirdiği puanlar bir yana, piyasası olan bir oyuncunun kariyeri için de büyük bir darbe oldu.

Çin transferi gerçekleşecek gibi duruyor, umarım bundan sonraki kariyerinde daha başarılı olur ve hak ettiği yerlere gelir, henüz yaşı itibariyle çok geç sayılmaz.

Güle güle tokatçı.