şu ana kadar 9 galibiyet, 2 beraberlik ve 1 mağlubiyet aldığımız sezon. tarihte en çok gol atacağımız sezon olması da muhtemeldir. şampiyonluk yarışına gelecek olursak en yakın rakiplerimizin başakşehir ve galatasaray olacağını düşünmekteyim. iki rakibimiz bu hafta karşı karşıya gelecek ve biz de giresunspor ile oynayacağız. giresunspor maçı başakşehir gs maçında 3 saat önce. eğer ezici bir futbol ile farklı bir galibiyet alırsak psikolojik üstünlüğü sağlamış oluruz. öte yandan beşiktaş ve trabzonspor'un pek şanslarının olduğunu sanmıyorum ama ilk 3'ü zorlamak isteyeceklerdir.

ligde durum bu şekilde kupa ve avrupa'da ise ne yapabileceğimizden bahsedelim. ben bu sezon ztk'yi rahatlıkla kazanacağımız kanaatindeyim. avrupa'da ise şu anda maksimum bir çeyrek final görüyorum.

futbolcuların form grafiğine gelirsek valencia bu sezon 20 gol barajını geçecek gibi duruyor. jesus valencia'yı tam performans ile kullanabiliyor tıpkı 2020-21'de son 10 maçta emre'nin kullanabildiği gibi hatta birkaç tık üstü. bunun yanı sıra batshuayi 15 gol pedro ve king'den de 10'ar gol katkı bekliyorum. gol dağılımı çok önemli takımda.

bunların yanı sıra bu sezon bazı şeyler yoluna girdi. örneğin sivas gibi kapanan takımlara karşı kilidin nasıl açılacağı, 2-0, 3-0 geride olunsa da umutsuzluğa kapılmayıp geriye nasıl dönüleceği, maçın 90'da bittiği ve pes edilmemesi gerektiği ve her şeyden önce fenerbahçe'nin büyüklüğüne yakışacak şekilde nasıl futbol oynanması gerektiği.
Bu arkadaşın ne başardığı düşünülüyor da kalması isteniyor anlamıyorum. Sözlükte kalmaması gerektiğini düşünenlerin yazdıklarına bakıyorum ortada sayfalarca argüman var. Kalması gerektiğini savunanlara baktığımda ise çok az argüman var, hatta bazılarında bir argüman dahi yok.

Kalması gerektiğini savunanlar genel olarak şunları öne sürmüş:

- ilk senesinde ligi tanıyamadı.

Jesus denen zat-ı muhterem ligi tanısa kaç yazar. Herif inatçılığı ile nam salmış bir isim. Seneye kalırsa bu sene yaptığından farklı birşey yapacağına inanıyor musunuz? Kaldı ki kendisi ligi tanıyamadığından değil bir tane bile derbi kazanamadığından şampiyon olamadı. Adam hayatında derbi kazanamamış, seneye de birşey değişmeyecek.

- 2.20 puan ortalamasi tutturdu.

Erol bulut da 2.0 puan ortalaması tutturdu, hem de 45 milyon euro çarçur etmeden elindeki bok gibi kadroyla. Bu mantıkla erol bulut fenerbahce'yi 10 sene daha çalıştırmalıydı.

- her sene hoca değiştiriyoruz.

Tabii ki futbolda hoca istikrarı ve de sabır önemli fakat hocanın da ışık vermesi gerekiyor. Jesus bize ne verdi ya da ne gösterdi ki sabredelim. Totalde bir ay futbol oynattı diye bir isme bir yıl daha katlanılmaz. Takım aylardır serbest düşüşte, işler iyiye değil günbegün daha da kötüye gidiyor. işlerin kötüye gitmesinin istikrarını mı koruyalım? Ne istikrarı!

-jesus giderse yerine abdullah avcı gelecek.

yanlış hatırlamıyorsam bir kaç ay evvel abdullah avcı jorge jesus'u tokatlamıştı; tıpkı vallerian ismeal, okan buruk, şenol güneş gibi... kaldı ki abdullah avcı'nın geleceği falan da yok. Gelse bile abdullah avcı 45 milyon euro harcatmaz ve de şampiyon yapamaz, jesus 45 milyon euro daha harcatarak şampiyon yapamaz. Ölümle sıtma arasında seçim yapmaya ne ara bu kadar meraklı olduk.

Jesus yatsın kalksın dua etsin galatasaray ankaragücü'ne yenilmedi. Ankaragücü'ne yenilselerdi derbiden sonra kendisini savunacak bir tane bile fenerbahçeli kalmazdı. Şuan derbiye gevşek psikoloji ile çıkacaklarından tarihi fark yemekten kurtulduk.

Sen lige en hazır kadroyu devral, 45 milyon euro harcat, kiev'e elen, bütün derbilerde rezil rüsva ol, fenerbahçe'yi aşağıla, bütün futbolcuların değerini düşür sonra da seninle 7 milyon eurodan yeni sözleşme yapılsın. Yok öyle yağma.

--- alıntı ---

Babam gidiyoruz dediğinde 13 yaşındaydım.

Evim diye bildiğim toprakları bırakıp, Türkiye’ye doğru yola çıktık. “Türkçe bilmiyorum ki, okula nasıl gideceğim” diye düşünüyordum. Babamın çok fazla parası da yoktu. Okula gitmek yerine bir fabrikaya girdim. Artık işçiydim.

Yıllar geçti. Ayten’i tanıdım. Hala işçiydim, hayat hala zordu. Evlendik ve üç çocuğumuz oldu. Çocukların hepsi güzel olur da, nedense en küçük olan hep daha farklı bir yere konur ya, işte bizim ufaklık da bir başkaydı. Daha annesinin karnındayken bile rahat durmuyordu. Benim diyen forvet öyle tekme yememiştir, Ayten’in yediği kadar. Yani 9 ay boyunca bir hakem olsa yanımızda, her gün çift sarıdan kırmızıyı yerdi. “Bak hanım, senin oğlun bu gidişle futbolcu olur” demiştim.

Ayten’i doğum için SSK’ya götürdüm. Bembeyaz tenli, renkli gözlü, 4 kilodan ağır bir bebek olarak dünyaya geldi. Ayten de yediği tüm tekmeleri unuttu gitti.

Okul çağı gelince, okula gönderdik ama aklı fikri topta. Ben de gençken futbol oynadım ama bu bir başka. Gözü futbol topundan başka hiçbir şey görmüyor. Mahalle arasında futbol oynuyor, gürültüden dolayı komşulardan hep şikayet alıyoruz. Mahallenin gençlerinin oluşturduğu bir futbol takımı varmış. Gitmiş o kulübe girmiş. Akşam eve geliyorum, oğlan kanter içinde, su gibi olmuş, sobanın yanında ısınıyor. Annesi tuvalette çamurlu ayakkabılarını yıkıyor. Diğer çocuklarıma bakıyorum, hep ders çalışıyorlar. Bu daha kitaplarının kapağını açmamış. Kitaplar kullanılmadığı için öylesine yeni gibi duruyor ki, her senenin sonunda o kitapları satıp, kendisine harçlık yapıyor.

10 yaşına gelince tutturdu beni seçmelere götürün diye. Ayten ona zaten hiç kıyamaz. O ne isterse yapar. Ertesi gün dolmuşa binip, şehrin süper ligde oynayan takımının seçmelerine gittiler. Annesi anlattı, binlerce çocuk varmış. Onların arasından bizimkini seçmişler.
-İsmail görmeliydin halini. Dolmuşa bindik eve geri dönüyoruz, sevinçten yerinde duramıyordu. “Anneciğim sana söz veriyorum. Seni saraylarda yaşatacağım” dedi bana.
-Altyapıda para da vermiyorlar. Nasıl göndereceğiz, forması, eşofmanı, dolmuş parası.
-Ses etme İsmail. Allah büyük, yaparız birşeyler.

Benden gizli gizli annesiyle gidip, taksitle krampon almışlar. Ev ile antrenman yapılan yer arası 10 km mesafe var. Hergün yürüyerek gidiyor. Soğukta elleri, yüzü morarmış biçimde geri geliyor. Çocuk sıcak bir banyo yapacak, tüp bitecek diye şofbeni bile açmıyorlar. Diğer taraftan, Ebru ile Engin’in dershanelerine para yetiştirmeye çalışıyoruz. Ayten her akşam, onun kıyafetlerini yıkayıp, sobanın yanında kurutuyor ki, sabaha hazır olsun. Bu çile 5 sene boyunca sürdü.

Erkek Lisesi’ne giderken bir gün Tarih öğretmeni annesini çağırdı. “Hanımefendi, bu çocuğun kafası boş, bundan birşey olmaz” dedi. Hepimiz biliyorduk onun futboldan başka hiçbir şeye ilgisinin olmadığını. Zaten o yılın sonunda ilk profesyonel imzasını da attı. 100 milyon lira verdiler. 10 lirasını cebine koymuş, 90 lirasını annesine vermiş. Ayten de gitmiş, 90 lirayla oğlu güçlensin, toplara daha iyi vursun diye et almış, muz almış. Nerede pahalı şey var, gidip almış, gelmiş mübarek.

Bir süre sonra Ankara’dan transfer teklifi geldi. Annesi ağladı etti ama kendisiyle aynı kulüpteki iki arkadaşıyla birlikte Ankara’ya gittiler. Daha 16 yaşındaydı. İki arkadaşı yapamamışlar dönmüşler. Bizimki her akşam yorganın altına girip, anneciğim, babacığım diye ağlıyormuş. Annesiyle telefonda konuşmuş. Annesi “istersen dön yavrum” demiş. “Sizin için kalıyorum. Para kazanmam, sizi rahat yaşatmam lazım” diye cevap vermiş.

O sene 2 milyar para kazandı. Hepsini bize gönderdi. Tıpkı öldüğü güne kadar yaptığı gibi. Ve bugün, sahip olduğumuz herşeyi ona borçluyuz. En son aldığı arabayı bile annesinin üzerine yapmış. Evladın hayırlısını yetiştirmişiz.

O gidiyorum dediğinde 26 yaşındaydı. Onu transferin son günü, cennete transfer ettik.

Umarım oralarda bir yerlerde, taksitle krampon satılıyordur.

Ediz Bahtiyaroğlu'nun Babası.

--- alıntı ---