t: istanbul cumhuriyet başsavcılığı tarafından, özel yetkili cumhuriyet savcısı zekeriya öz 'ün emriyle başlatılan sözde şike, diğer adıyla kumpas davasının başlatıldığı tarih. fetö 'nün fenerbahçe'nin içine sızmak için kurduğu bir kumpas olduğu zamanın fetöcü savcıları tarafından itiraf edilmiştir.
bu örgütün asıl amacını türkiye'de ilk kez bu dönem aziz yıldırım 'ne şikesi kardeşim memleket elden gidiyor' diyerek göstermiştir.
o dönem fenerbahçe spor kulübü 'dünyanın en zengin 30 spor kulübü' arasındayken şu anki ekonomik durum hepimizin malumudur. fenerbahçe'yi ele geçiremediler belki ama kazanamadılar demek pek de mümkün değil bence.
edit: aceleyle tanımı biraz eksik tutmuşum, dava 2010-2011 sezonunda fenerbahçe'nin şike yaparak şampiyon olduğu iddiası üzerine açılmış bir davadır.
1-3 temmuz 2020 tarihlerinde davası görülecek fenerbahçe'mizin de en travmatik, ülkemizin de en sansasyonel en skandal davalarından.
Haklılığımızın tespit edilmesini umuyorum. Ama Fenerbahçe camiasından bir ortak hareket sezemiyorum. Bu bir duruş bir ortak hareket olmalı fakat Fenerbahçe'nin mevcut yönetimi hareket ederken o kadar yavaş davranıyor ki bu iş oldu bittiye getirilip bir defa daha üzerimize gelinmesinden çekiniyorum.
Olumsuz bir karar çıkarsa gündem tamamen değişir ve birilerinin istediği gündem değişikliği sağlanmış olur. Fenerbahçemiz için olmazsa olmaz bir dava bu. Nihat Özdemir'in abuk sabuk çıkışı kafamda kaygı oluşturuyor. Zira bu davayı kazandığımız takdirde TFF'den tazminat almak için dava açma hakkımız olacaktır. He bu yönetim o davayı acamaz orası ayrı. Fakat her şeyden evvel bu dava için kamuoyu oluşturulmak zorunda.
bugün yıl dönümü olan tarih.

artık bitsin istiyorum şu dava. yerel mahkemeler halen devam ediyor. bu nasıl iştir arkadaş? bu sonsuza dek devam mı edecek? gerçekten bıktım artık. camiaya zarar veriyor.
(bkz: 1-3 temmuz 2020 kumpas davaları)

Fenerbahçe camiasını kamuoyunda yargılayarak suçlu gösteren ve bunda da başarılı olan söz konusu yapılanmanın, on senelerimizi çalmasına neden olan tarih.

,bugün haksızlığa uğrayan, itibar erozyonuna maruz kalan Fenerbahçe ailesinin birlik olarak on yıllar sonra da unutulmayacak bir direnişin fişeğini ateşlediği tarih olarak anılacak.

Elbette bize atılan itiraflar, etiketler uzun bir süre silinmeyecek, üzerimizde bir yük olarak taşımaya devam edeceğiz fakat bu yapıya kimsenin ses çıkartamadığı hatta ve hatta heykeli dikilecek adam gibi söylemlerin konuşulduğu savcıları ve onların kontrolündeki polisleri ve hala etkisinin görüldüğünü düşündüğüm medyasına karşı tek bir duruşu ve mücadeleyi ortaya koymuş olmamız da her daim gururla taşıyacağımız bir onur nişanıdır.
Bu noktada yukarıda bkz olarak verdiğim davalar çok önemli. Bu davaların bu tarihlere denk getirilmiş olması bile bir mesaj, bir dikkat çekme çabası. Toplumu yeteri kadar böldüler, bu tarihle birlikte futbolu ve taraftarları da bölmüş oldular. Bu dava son bulmalı ve hakkımız teslim edilmeli. Manevi kayıplarımız asla teselli edilmeyecek fakat maddi kayıplar teselli edilmeli.

Unutulmasın geç gelen adalet adalet değildir.
hem fenerbahçe'nin, hem türk futbolunun, hem de türkiye'nin kaderinin değiştiği tarih.

2000'li yıllar bize fenerbahçe'nin 03-04 sezonunda başlattığı futbol yapılanmasının ne kadar sağlam olduğunu, aziz yıldırım'ın klasikleşmiş hatalarına rağmen 2011'e kadar nasıl geldiğini göstermişti.

1998-2009 arası fenerbahçe'de elbette faydalı olan birçok yönetici geldi geçti, ama türk futbolunda "kulüp yönetimi kalitesi"ne bir dalga grafiği çizsek, aziz yıldırım'ın 2009-12 arasında görev yapmak üzere kurduğu yönetim kadrosunu bu grafiğin tepe noktasına koyabiliriz. bu kadro kağıt üstünde en doğru kategorilerden oluşuyordu; hem o yıllardaki türk futbolunun yerel dinamiklerine uygun kişilere (mahmut uslu, şekip mosturoğlu, ilhan ekşioğlu), hem kulübün dünyadaki gelişmelere ayak uydurmasını sağlayan kişilere (nihat özbağı, abdullah kiğılı, ali koç, ömer temelli), hem o dönemin rüzgarındaki türkiye'ye uygun bağlantı kurabileceği düşünülen kişilere (nihat özdemir'in yanına bir de cihan kamer ve yedek üye hüseyin topbaş alınmıştı), hem de iş bitirici görev adamlarına (murat özaydınlı, vedat olcay, ali yıldırım) sahip "karma" bir kadroydu. yönetimde olmasa da mehmet ali aydınlar, murat ülker gibi isimler zaten birkaç yıldır kulübe sponsorluk aracılığıyla katkıda bulunuyordu.

mayıs 2011'de fransız ekonomi dergisi l'expansion'da yayımlanan, borsaya açılan kulüplerin o dönem genellikle istediğini alamadığından, başka şekilde kaynak üretme yoluna da gitmedikleri için zor duruma girdiklerinden, ancak fenerbahçe gibi, borsaya açılmanın haricinde aynı zamanda fenerium gibi bir yapı sayesinde kendi kaynağını yaratan kulüplerin gelecekte avrupada söz sahibi olma ihtimalinden bahseden makale de de yazdığı gibi, fenerbahçe'nin "yürüyen faaliyetler"le yarattığı potansiyel çok büyüktü (aynı makalede, galatasaray'ın da benzer şekilde büyük bir kaynağa sahip olduğu, ancak bunun gayrımenkul kaynaklı olduğu yazıyor).

zaten şl'de çeyrek final oynanan sezonun ardından forbes'a kapak olacak kadar ivme kazanılan bir sürecin devamında, 2011'e gelindiğinde fenerbahçe artık her spor dalında iddialıydı. sonuç; 5 branşta (kadın basketbol, erkek voleybol, kadın voleybol, erkek basketbol ve futbol) şampiyonluk oldu.

tabii 3 temmuz'un ana sebebi futbolda yakalanan ivme olduğu için, futbola odaklanalım:

futbol takımı kadrosu, o zamana kadar yapılmış en başarılı kadro mühendisliğinin ürünüydü. çoğu mevkiide en az 2 hatta 3 tane ilk 11 seviyesinde, en az bir tane harç olacak yedek, ve başka mevkiilerde de oynayabilen bol sayıda seçenek. şampiyonluk şaşırtıcı olmadı o yüzden, en basitinden oyuncu değişikliği şöyle oluyordu mesela: link

(((devamı aşağıdaki entry'de)))
(((yukardaki entry'den devam)))

tüm mevkiiler ve 2011 mayıs'ındaki (sezon sonundaki) yaşları:

kale
(bkz: volkan demirel) - 29
(bkz: mert günok) - 22
(bkz: serkan kırıntılı) - 26

stoper
(bkz: diego lugano) - 30
(bkz: joseph yobo) - 30
(bkz: fabio bilica) - 32
(bkz: bekir irtegün) - 27
(bkz: ilhan eker) - 28

sağ bek
(bkz: gökhan gönül) - 26
(bkz: okan alkan) - 18
(bkz: mehmet topuz)* - 27

sol bek
(bkz: andre santos) - 28
(bkz: caner erkin)* - 22
(bkz: uğur boral)* - 29

merkez orta saha
(bkz: emre belözoğlu) - 30
(bkz: cristian baroni) - 27
(bkz: selçuk şahin) - 30
(bkz: gökay iravul) - 18
(bkz: mehmet topuz)* - 27

sağ kanat
(bkz: mehmet topuz) - 27
(bkz: issiar dia) - 22
(bkz: kazım kazım) (devre arasında gitti)
(bkz: miroslav stoch)* - 21
(bkz: özer hurmacı)* - 24

sol kanat
(bkz: miroslav stoch) - 21
(bkz: issiar dia) - 22
(bkz: caner erkin) - 22
(bkz: uğur boral) - 29
(bkz: mamadou niang)* - 31
(bkz: özer hurmacı)* - 24

forvet arkası
(bkz: alex de souza) - 33
(bkz: özer hurmacı) - 24
(bkz: emre belözoğlu)* - 30
(bkz: mehmet topuz)* - 27

forvet
(bkz: mamadou niang) - 31
(bkz: semih şentürk) - 28
(bkz: gökhan ünal) (devre arasında gitti)
(bkz: kazım kazım)* (devre arasında gitti)
(bkz: daniel güiza) - 30

3 temmuz olmasaydı, en zayıf görünen bölge olan defansif orta sahaya lassana diarra (26), güzia'nın gideceği kesin olan forvete de emmanuel emenike (24) gelecekti. 2011-12 sezonunda şampiyonlar ligi'nde böyle bir fenerbahçe izleyecektik:

link

aykut kocaman'ın 2010-11 sezonunun ikinci devresinde oturttuğu asimetrik 4-2-3-1'de mehmet topuz sağ kanat / sağ iç arasında mekik dokuyordu. bu sistem yeni transferlerle devam edebilseydi topuz'un içe geçmesiyle 4-3-2-1, bir de niang forvete geçtiğinde 4-3-1-2, emenike'nin sağa çalmasıyla 4-3-3 bile olabilecek esnek bir düzen olacaktı.

ama olmadı.

2011'de avrupai şekilde ilerleyen o gidişat, 3 temmuz'la birlikte herkesin şirazesini yerinden kaydıracak şekilde bozuldu ve aziz yıldırım'ın içerde olduğu dönem aykut kocaman, alex de souza, emre belözoğlu, volkan demirel gibi isimlerin takım içinde kendilerini farklı konumlandırmalarına doğru giden bir yola saptığı saçma sapan bir durum oluştu. sürecin devamındaki iki sezon boyunca bambaşka bir oyuna geçiş yapan takım; dirk kuyt, mehmet topal, raul meireles gibi transferler alex'in de gidişiyle değişen oyun profili sonrası uefa avrupa ligi'nde yarışabilecek ayara gelmiş, bu klasmanın altında/benzer ayarda sayılabilecek çapta takımları sırayla eledikten sonra, gerçek bir avrupa takımı olan benfica'ya karşı finali tek golle kaçırmıştı.

yani düşünün ki; 2011'de yakalanan o devinime, 3 temmuz gibi türk futbolunu geçtim, futbolu da geçtim, bence dünyada herhangi bir dalda eşine rastlanmayacak türden bir operasyonla bile anca bu kadar zarar verilebildi. yani 12-13 sezonundaki avrupa ligi macerası ve 13-14'te kazanılan şampiyonluk aslında; temelleri çok sağlam atılan bir futbol yapılanmasının kör topal (eski çapına göre kör topal tabii) ayakta kalış hikayesidir.

sonraki yıllar, aziz yıldırım'ın tıpkı önceki yıllarda yaptığı türden hataları yine barındırdı (link ), ama artık sistem yavaş yavaş tahrip olmaya başladığı için, bu tip hatalar eskisinden daha zor telafi edilir hale geldi. 11-12 sezonunda şl'ye gönderilmeyen, sonra 13-14 ve 14-15 sezonları olmak üzere 2 sene men cezası yiyerek avrupa gelirlerinden olan takımın bu kötüye giden ekonomisinin üstüne bir de, kendisi içerdeyken fenerbahçe'de oluşan bazı statü değişimleri (aykut, emre, volkan vb) başkan tarafından görmezden gelindi/kendisine yakınlar diye el üstünde tutuldu.

sonuç; 3 temmuz 'dan bugüne yalnızca 1 şampiyonluk (13-14).

sonra ali koç başkan oldu, kendince farklı şeyler yapmak istediği ama başarılı olamadığı ilk senenin ardından, iki senedir (2019 ve 2020) aziz yıldırım'ın 3 temmuz sonrasında arşa çıkardığı yanlışlara benzeyen hamlelere başvurmaya başladı ve fenerbahçe sezonlara yine aziz yıldırım yöntemleriyle giriş yaptı (link ). yine aynı insanlara güvenip tamamen türkiye'yi hedefleyen, yerel başarılar (gelirse tabii) sonrasının nasıl devam edeceği meçhul bir planlama.

bunları neden söylüyorum; fenerbahçe 3 temmuz sonrasından ders aldı mı? yoksa hala onun zararlarını (ve bağıntılı zararlarını) görmeye devam mı ediyor?

(((devamı aşağıdaki entry'de)))
(((yukarıdaki entry'den devam)))

bu sezona girilen kadro, evet tıpkı 10-11 sezonundaki gibi neredeyse her mevkiide en az 2 as oyuncunun bulunduğu, günümüz türkiye'sinin çok üstünde bir kadro. ancak aradaki farkların ne olduğuna şöyle bir bakalım:

1) 2011'deki kadro 2003'ün o güne yansımasıydı, 8 yıllık bir sürecin içinde oluşmuştu. bu sezonki kadro ise 2000 yazındaki transfer süreciyle kurulan kadronun türkiye ölçeklerine küçültülmüş hali. 00-01 sezonunda kurulan kadroyla gelen şampiyonluk ve ardından şampiyonlar ligi'nde yaşananları hepimiz hatırlıyoruz: (link )

2) yukarlarda 2011 kadrosunun yaşlarını yazmıştım, mesela o sezon 22 yaşında olan caner ve 25 yaşında olan gökhan, bugün 32 ve 35 olarak bek oynuyorlar. 35 yaşındaki sosa sahanın beyni, 33 yaşındaki gustavo takımın dinamosu, 35 yaşındaki cisse gol umudu, hücum-orta saha temposunun belki de önemli elemanı valencia 31, "daha perotti gelecek" dediğimiz adam 32 yaşında (00-01 sezonundaki mirkoviç, uche, mert meriç, ogün, abdullah, andersson gibi takımın kritik elemanları da 30 ve üstü yaşlardaydı, bir benzerlik de burada).

3) 2011 kadrosunun iskeleti volkan, gökhan, lugano, emre, selçuk, semih, alex gibi senelerdir birlikte oynayan, büyük ihtimalle de gitmez dediklerimizden oluşuyordu. şimdiki kadroda ise ozan, pelkas, belki lemos ile tisserand, oynayabilirse ferdi, hatta samatta gibi, doğru değerlendirilirse birkaç sene içinde iyi gelir getirebilecek elemanlar var, bu oyuncular iyi teklifler gelmesi halinde büyük ihtimal gönderilecekler ve fenerbahçe bir transfer sirkülasyonu içine girip ilk 11'indeki iskeleti korumayı başaramayan, 1-2 senede bir yeni bir çehreye bürünen ve her dönem şartların denk gelmesine dayalı dalgalı bir grafik çizecek.

yani bugünkü kadroda iskelet olmaya aday bir grup yok; 30 yaş oyuncularla mı iskelet kuracaksın, her an gitme ihtimali olan oyuncularla mı, yoksa bu süre zarfında genellikle yedek olacak olan sadık, novak, mert hakan, sinan gümüş'lerle mi iskelet kuracaksın?

bugünkü fenerbahçe 2011'deki fenerbahçe değil de, türkiye 2011'deki türkiye mi? tabii ki hayır:

1) 3 temmuz, o dönem için türkiye'de (belki de son 10-15 yıldır) herhangi bir şeye kitlesel şekilde verilen ilk büyük tepkiydi; uzun bir süredir reaksiyon göstermeyi unutan türk insanı, sesini duyurabileceğini 3 temmuz'da tekrar gördü. fenerbahçeliler'in birlik olup kulübe sahip çıkması bile buna yetmişti düşünün (tabii şu da var; bu operasyon 2011 değil de, atıyorum 2009 temmuz'unda (aragones'li sezon bitince) olsaydı fenerbahçeliler böylesine bir tepki vermeyecekti. çarpışan güçlerin seviyesiyle alakalı bir durum bu).

taraftarın fb'ye sahip çıkmasıyla birlikte ülkede değişen momentum, sonraki 4-5 yılın türkiye'sini de değiştirdi. 3 temmuz sonrasına denk gelen dönemde, iletişim olanaklarının artmasıyla birlikte haberleşme imkanları da artmış, tv'den bağımsız bir hale gelinmişti. sosyal medya büyük bir güç haline gelmiş, ülkeyi yönetenler bu güce adapte olana kadar geziparkı, seçim sonuçları gibi olaylarda (kendileri için) büyük sıkıntılar çekmişti.

bugün ise buna kendince adapte olmuş ve kontrolüne almayı başarmış bir iktidarla birlikte, ekonomik sıkıntıları yükselen halk, sosyal medyayı (kadın cinayeti, tecavüz, çocuk sapıklığı, hayvan zulmü gibi ortak hassasiyetler haricinde) çoğunlukla eğlenceye, kısa vadeli zevklere, kısacası kafa dağıtmacaya dönüştürdü.

2) türkiye'nin 2011'de dünya ekonomi ligi'ndeki yeri ve gücünün bugünküyle alakası yoktu, kısacası göreceli olarak çok daha iyi durumdaydık (tabii bu kanıya anca bugünleri görünce vardık, yoksa o günlerde de muazzam değildi). o günden beri liyakatsizliğin giderek arttığı bir sürecin ardından, bugün artık sistemler sadece son rötuşlarla parlatmak için değil, daha en baştan doğru düzgün işleyebilmek için bile kaliteye ihtiyaç duyuyor.

3) 2011'lerdeki, üretmek yerine borçlandırmaya dayalı yükselen ekonominin insanlara sunduğu imkanlarla birlikte hızlanan hayatın getirdiği alışkanlıklar, bugünkü kötü ekonomide bile devam ediyor. yani, aynı süre içinde eskiye oranla çok daha fazla şeyle ilgilenebilmeye başlayan türk insanı, her şeye yetişebilmek(!) adına artık her şeyin kolayına ve çabuk sonuç verenine odaklanmaya başladı. bu yüzden sabır ve çalışma gerektiren birçok inovasyonun belli güçlere sahip kişi/kurumlarca yürütülmeye başlaması, "halk"ın neredeyse tamamen seyirci/tüketici konumuna geçip, işin derinine inmeden sadece yüzeysel kalması. dolayısıyla, sosyal medya gibi herkese fikir belirtme ortamı sunan yerleri, doğru-yanlış ayırdetmesi çok zor olan, kaostan hallice bir yorum bulutunun kaplaması. bu yüzden bilgi kirliliği, algı yönlendirmesi gibi şeylere çok müsait bir ortam var artık.

ve bugünün türkiye'sinin futbola yansımaları:

1) kulüpler, takımın yükünü çekecek oyuncuların bile şımardığı / görev seçmeye başladığı bir ortamın içine girdi. üstüne bir de yıldız diye kaprisli, sadece iyi sistemlerde iş yapabilecek oyuncular getirmeye devam ediyor. 2010'ların ikinci yarısıyla birlikte türk futbolu olarak avrupadaki halimiz ortada.

2) her alanda olduğu gibi futbolda da çalışma ve sabrın yerini kısa yoldan başarıya ulaşma isteğinin alması, sadece "görüntüde" iş yapıyor olmanın takdir görmeye yetmesi. özellikle sosyal medya taraftarlığı denen olgunun büyümesi, kendini bu kitleye şirin göstermek isteyen kulüp yöneticilerinin giriştiği popülist ve kısa vadeli işler sebebiyle dünya futbolundan git gide uzaklaşan bir yola girilmesi.

3 temmuz ve fenerbahçe'nin bundan halen nasıl etkilendiği konusuna dönersek:

3 temmuz sonrası dağılan fenerbahçe'nin yanısıra, değişen diğer dengelerle birlikte türk futbolunun kısa süre içinde yaşadığı kelebek etkisi:

1) galatasaray'ın ünal aysal'ı başkan yapıp, fatih terim'i getirip, büyük bütçeli bir kadro kurması, 2 sene üst üste şampiyonluk ve şampiyonlar ligi gelirleriyle belini doğrultması.

2) o sezon sonunda en önemli oyuncularını koruyamayan (ki bunlardan ikisi galatasaray'a giden selçuk ve engin'di) trabzonspor'un yavaş yavaş erimeye başlaması.

3) quaresma, guti, simao vb transferlerle büyük bir yükün altına giren yıldırım demirören beşiktaş'ının, 3 temmuz'da en büyük yarayı alan fenerbahçe'nin boşalttığı ortamı değerlendiremeyip feda diyecekleri döneme adım adım ilerlemeleri.

bu tip değişimlerle birlikte, süper lig'deki futbol ekonomisine esas olarak can veren "büyük takım rekabeti"nin (zaten 2000'lerin ikinci yarısıyla birlikte bu rekabet düşüşteydi) daha da azalması sebebiyle, yabancı sınırının kademeli olarak daraltılması ve dört büyüklerin canlı tutulmaya başlanması. tarık çamdal'ların arttığı kadar, kontenjan az olduğu için kendisini hint kumaşı gören yabancılar da arttı. hem yerli hem de yabancı piyasası kızıştığı için ekstra paralar ödemeye başlayan bu kulüpler adına, ffp yüzünden avrupadan men cezası yemeye giden süreç bu dönemde başladı.

sonraki dönemde yeniden genişleyen yabancı sınırıyla birlikte anadolu takımlarının yükselişi sebebiyle azalan "büyük takım rekabeti", önümüzdeki sezon yeniden hayata geçecek yabancı sınırıyla birlikte yine diriltilmeye çalışılacak (link ).

dünya futbolu da çok farklı değil; futbol endüstrisi kendini güvenceye almaya çalışıyor ve esas geliri getiren dev kulüplerin herhangi bir şekilde klasman düşmesini, çok gelir getirmeyecek kulüplerin sivrilip başarılı olmasını istemiyor: (link )

çünkü hızın önem kazandığı futbol, yarattığı bu döngüyle birlikte çok büyük bir fırtınanın içine girdi. zaten köklü hamleler yapmayıp temelini sağlam atmayan kulüpler en ufak bir sarsıntıda yıkılırken, dev kulüplerin yapılanmaları da bu rüzgardan benzer şekilde etkilenmeye başladı, yani devinimini modern şartlara uygun kuran dev kulüpler bile en ufak bir tökezlemede dengesini kaybedip birkaç adım geri gidebiliyor. guardiola'nın city'si, sarri'nin chelsea'si, zidane'ın madrid'i vb kulüpler bu rüzgarda en ufak bir hata sonrası bile zincirleme şekilde geriye gitti/gidiyor. onlardan çok daha önce bu temponun içinde kaybolan mourinho'nun manchester'ı, daha da öncesindeki wenger'in arsenal'i... bugün simeone'nin atletico'su, gasperini'nin atalanta'sı, tuchel'in psg'si bile bu tehlike altında. yarış çok hızlandı, her an lider değişiyor, klopp'un liverpool'u bile zaman zaman aksayan oyun planında doğru değişimlere gitmezse birkaç adım geri gidebilir, yarın aynı şey flick'in bayern'i için geçerli olacak...

yani bugün böylesine büyük bir fırtınanın içinde, fenerbahçe yeni bir 3 temmuz'u / denizli faciasını / trabzon faciasını / ve benzer tahribatı yaratacak herhangi bir olayı kaldıramaz. hiçbir türk takımı kaldıramaz. dönemin şartları 2011'deki gibi değil; ne fenerbahçe kendisine vurulan darbeler karşısında bir süre ayakta tutacak köklü bir futbol yapılanması yaptı, ne türkiye ekonomisi o günkü gibi, ne de dünya futbolu o günkü gibi.
10 yıldır bilgisayarımın masaüstünde duran iddianame. her kasıtlı gazete haberinde her bilinçli karalama kampanyasında açıp satır satır tekrar tekrar okurdum ve her seferinde bu mevzunu gelip nasıl fenerbahçe özeline bağlandığını ve sınırlandırıldığını anlayamazdım. yani iddianameye bakarak tümden gelip konuyu fener'e indirgemek mantık dışıydı, lakin, hep aynı anne babanın evlatları olduğunu düşündüğüm galatasaray camiasının en az 30 senedir kol kola yürüdüğü siyasi ve dini oluşumlar bu davayı fırsat bilip rekabeti kendi lehlerine çevirerek çürümüş camialarını ayağa kaldırmayı gayet güzel becerdiler.

işte bu noktada, bu süreçten haksız ve ahlaksızca nemalanan ve rant sağlayan galatasaray camiasının ve paydaşlarının hesaplaşılacak tek taraf olduğu bilinciyle gelecek 10 yılı baştan inşa etmek, her branşta hem yurt içi hem de yurt dışında kupalar kaldıracak performanslar vermek "ben fenerliyim" diyen sporcusundan yöneticisine ve taraftarına her fenerbahçelinin maddi ve manevi görevidir.
Planlı ve programlı bir şekilde fenerbahçe'yi sindirme çabasıdır. Fenerbahçe sinmemiş, mücadele etmiş ve mücadeleyi hukuki olarak kazanmıştır ancak çok ama çok kan kaybetmiştir. Öncelikle aziz yıldırım hapisten çıktıktan sonra daha başka bir kişiliğe bürünmüştür. Yıldız futbolcuların pek çoğu takımdan ayrılmış, elde edilecek birçok sponsorluk gelirinden mahrum kalınmıştır. Bunun yanı sıra şampiyonlar ligi gelirinden de olmuştur. Bunlar maddi zararlar işin bir de manevi boyutu var ki 3 temmuz 2011'in ilk dakikasından itibaren en başta fetö yanlısı gazeteler ve İnternet siteleri her gün her hafta spekülasyon yaptı ve süreç ilerledikçe tutuklamaları artmasıyla işin hepten suyu çıktı. Fenerbahçe'ye olan antipati ve nefret iyice arttı.

Fenerbahçe sinmese de çok kan kaybetti ve üstüne bir de kendi içindeki çekişmeleri ve art arda gelen sportif başarısızlıklar fenerbahçe'yi küçülttü. Belki de bizim bildiğimizin aksine 3 temmuz amacına ulaşmıştır belki amaç fenerbahçe'yi ele geçirmekten ziyade küçültmek, hapsetmek ve üzerini karalamaktı. Son yıllara bakınca gayet de amacına ulaşmış gibi...
Kaybedeni türk futbolu, kazananı ise galatasaray olmuştur. günümüzün sucuk ekmekçileri yani geçmişin sümüklü peçete yiyicileri kazandıkları 22 şampiyonluğun kaçının helal olduğunu hesaplamaya çalışacağına bizim müzemize kafayı takmış vaziyette. Ya gözlerinde çok ciddi bir problem var, ya matematikleri zeka seviyeleri ile doğru orantılı olacak, ya da pek muhtemeldir ki utanma duygusundan yoksun oldukları için 19 kupa sayabiliyorlar. Buradan rabbime dua ediyorum, allah'ım bütün kullarına utanma duygusunu nasip eyle!
Bizim için unutulması mümkün olmayan bir gün. koca bir camia kendisini topluma masum olduğuna dair ikna etmeye çalışıyor. Neden ? Çünkü bu aşağılık yapı mahkemelerden evvel toplum huzurunda yargıyı kesmeye çalışıp bunu kısmen de olsa başardığı için.

Zaten bir grup ikna olmayacak, mühim değil fakat kalplerde yaratılan suçlu algısı ile bugün bile başka başka durumlarda dahi, daha savcı olaya hakim değilken sosyal medyada " adaleti " verdikleri için ve buna insanların kolay ikna olmasından dolayı bu sözüne bahsettiğim durum ile mücadele etmek, fetö ile mücadele etmekten daha zor.

Fenerbahçe kimseye kendisini anlatmak zorunda değil diyebiliriz, ancak varlığımız çevremiz ile anlam kazanıyor. Fenerbahçe'nin bunu başarması için de UEFA'dan tazminatı almayı başarması gerekir.

Marka değerine yapılan itibar suikastı temizlenmek zorunda. Fenerbahçe'nin eski yönetimi belki UEFA ile bir anlaşma yaptı ve dava açmayacağına dair imza verdi, CAS davasını olimpiyatları alıyoruz, siz davayı çekin diyenler yüzünden çekti belki de, tam olarak aydınlatılması gerekir neden geri çektiğimiz. Ancak sanmıyorum ki bu konuda da imza atmış olsunlar. Fenerbahçe markası adliyelerde temize çıktığı zaman, UEFA da mutlaka iadeyi itibar vermek zorunda. O zaman bu mevzu büyük oranda temizlenmiş olacak.
Her şeyden önce bu tarihten sonra ülkedeki futbol iklimi yok oldu.2000'lerin başından itibaren Avrupa'da başarılı olan Türk takımlarıyla, İtalyan ve İspanyollar gibi futbola delice bağlı olan halkıyla, o büyülü futbol tutkusuyla, bu sporun zihinlerdeki ciddiyetiyle, erkek bireylerin yaşamlarındaki önem sırası ve medya ve popüler kültürde kapladığı alanıyla... Türk futbolunun eridiğini ve bugünkü tutkusuz ucube ambiyansın ortaya çıktığına şahit olduk.bugünkü Türk futbolu, geçmişin görkemsiz bir hayaletinden fazlası değil.ülkenin içine düştüğü siyasi ve ekonomik kriz, dünyanın gidişatı, teknolojik ve sosyal yenilikler nedeniyle genç nesildeki algı değişimi gibi nedenler de bu sürecin etkenlerinden olabilir pek âla.ama hiçbirinin 3 temmuz kırılması kadar toplumu biçimlendirdiğini düşünmüyorum.